Geçtiğimiz Eylül ayında İran’da Mahsa Amini’nin ahlâk polisi tarafından öldürülmesiyle kadınların başını çektiği protestolar başladı. Yıllardır söndürülemeyen toplumsal özgürlük mücadelesinin yeniden alevlenmesine tanıklık ettik. Seslerini dünyanın her bir köşesine ulaştırmamızı isteyen İranlı kadınlar mücadelelerinde asla yalnız değildi, saç kesme protestoları tüm dünyaya yayıldı.
Son birkaç haftada ise İran’ın en uzak köşelerindeki okullarda dahi yaşandığı bildirilen örgütlü bir insanlık suçundan haberimiz oldu. Okuldayken kimyasal gaza maruz bırakılarak topluca zehirlenen, büyük çoğunluğu kız öğrenci olan binlerce öğrenci dünya gündemine oturdu. Yeni gündeme gelse de aslında ilk zehirlenme olayı protestoların başlamasından iki ay sonra, geçtiğimiz kasım ayında da gerçekleşmiş. Devlet görevlileri ise zehirlenme iddialarının gerçek olduğunu dahi yeni kabul etti. Zehirlenmeleri sözde kınarken, olayları İran hükümetini kötü göstermeye çalışan “dış güçlerle bağlantılı” bir grubun gerçekleştirdiğini iddia ettiler.
İran yetkililerinin toplum gözünde güvenilirliği oldukça düşük. Olayların toplumda yarattığı korku ve sorumluların bulunmasının geciktirilmesi, yetkililerin durumu kontrol altına aldıklarını iddia etmesine rağmen birçok ebeveynin çocuklarını okula göndermekten vazgeçmesine sebep oldu. Protestolara öncülük eden, okullarda ve kampüslerde örgütlenen genç kadınların hedef alınmış olması tesadüf değil elbet. Mücadele edenler de zehirlenmelerin sorumlusu olarak rejimi işaret ediyor.
Kız çocuklarının ve genç kadınların güvenli bir şekilde eğitim almasının sağlan(a)maması kabul edilemez. Aylardır devam eden bu süreci ciddiye almayan Molla rejimi, kız çocuklarının ve kadınların eğitim hakkını gözetmediğini fiilen ortaya koyuyor. Hayatın olağan akışında dahi sokaklarda kadınları denetlemek ve rejime uygun giyinmeyenleri sindirmek için her türlü güvenlik gücünü ve teknolojiyi kullanıyor; toplumda infiale yol açan ve profesyonelce planlanmış böyle geniş çaplı bir suçla ilgili ise hiçbir sorumluluk almıyor. Ülkemizde de meşru eylem hakkımızı kullanırken yüzlercesini karşımızda bulduğumuz polis, uzaklaştırma kararı olan kadınları dahi korumayıp failler karşısında ölüme terk ediyor. Kadın cinayetleri sonrası adaletin sağlanması için gerekli süreçler hızlıca yürütülmüyor, kararlar geciktiriliyor, absürt iyi hal indirimleri uygulanıyor. Kendi yol açtığı deprem felaketindeki beceriksizliğini gizlemek için yalandan başarı hikayeleri devşiren devlet, suçlamak için yel değirmenleri seçiyor.
Evrensel hakları için mücadele edenleri yıldırıp korku aşılamaya çalışan, kendilerinden olmayan kimsenin yaşam hakkına saygısı olmayan kadın ve LGBTİQ+ düşmanları hiçbir coğrafyada emellerine ulaşamıyor, ulaşamayacak. Türkiye’de de senelerce verdiğimiz mücadele sonucu kazandığımız hakları seçim pazarlıklarıyla tartışmaya açan gericiler türüyor. İktidarı kaybetmemek için yılanlara sarılan hükümet, İstanbul Sözleşmesi’nden sonra şimdi de kadınların can simidi 6284’e, laikliğe, eğitim ve çalışma hakkımıza göz dikiyor. Ancak hepsinin çırpınışları boşuna. İran’da yıllardır süren baskıya rağmen istediği gibi yaşamaktan geri durmayan genç kadınlar, çocuklarının eğitim hakkı için Eğitim Bakanlığı’nın kapısına dayanıp hesap soran ebeveynler, “Molla Rejimi’ne ölüm” diyen yüzlerce protestocu var. Afganistanlı kadınlar Taliban'a karşı mücadele etmeye devam ediyor. Bizler de sokaklarda, alanlarda, adliyelerde eşitlikçi feminizm mücadelemizi sürdürüyoruz.
İranlı kadınlar da, direnenler de asla yalnız değil, çünkü gericilere karşı mücadelemiz bir. Dünyadaki tüm kadınlar eşit ve özgür yaşamadan mücadelemiz bitmeyecek.