İran’da Mahsa Amini’nin ahlâk polisi tarafından öldürülmesinin ardından İran’da başta kadınların ve tüm toplumun Molla Rejimine karşı mücadelesi büyüyor. Mahsa’nın ölümünün ardından hem Türkiye’den hem de tüm dünyadan kadınlar İranlı kadınların asla yalnız yürümeyeceklerini bir kez daha söylüyor. İranlı kadınların saçlarını kesmesi protestosu tüm dünyaya yayılıyor.
İran’da, 1979’dan beri gelen şeriat kanunlarının altında en fazla baskıya uğrayan kesim olan kadınların, bu rejime karşı direnişin de başat rolünü oynaması elbette tesadüf değil. İran İslam Cumhuriyeti’nin kurulmasının ardından kadınların kamusal alanlarda başörtü takması ve uzun, bol kıyafetler giymesi zorunlu hale getirildi. Tüm kamusal alanlarda ve resmi dairelerde cinsiyet ayrımı zorunlu tutuldu. Kadınlara bazı işlerde çalışma yasağı getirildi. Kadınlar büyük ölçüde siyasetin, çalışma hayatının ve eğitimin dışına itilmeye çalışıldı. İran Küresel Cinsiyet Eşitsizliği 2022 Raporu’na göre, 146 ülke arasından 143.’üncü sırada. Kadın ve LGBTİQ+’ların haklarının ne kadar sınırlı olduğunu bu rapora göre de anlamak mümkün.
İran’da başörtüsü zorunluluğuna uyulmadığında para ve hapis cezası veriliyor. Örneğin, yüz on üç bin kadın kadın kıyafet kanununa uymadıkları gerekçesiyle 1993’de İran’da tutuklanmış. Daha geçtiğimiz haftalarda LGBTİQ+’lar, "yeryüzünde fitne çıkarmaktan" suçlu bulunarak idam cezasına çarptırılmıştı. İran’daki kadınların ve LGBTİQ+'ların yaşadıkları bu kadar yakıcı, verdikleri mücadele ise bu kadar hayati. Ancak tüm bunlara rağmen rejim, kadınların özgürlüklerini kısıtlamaya çalıştığı her anda kadınların protestolarıyla karşılaştı. Ve rejim tam olarak kadınlar üzerinde mutlak hakimiyetini hiçbir zaman kuramadı.
İran’daki Kadınların Mücadelesi
Bu kadar baskı ve kısıtlamalar karşısında, özellikle de zorunlu başörtüsü karşısında kadınların mücadelesi de yeni rejimin kurulmasından itibaren sürüyor. Özellikle de son on yıldır yükselen bir mücadele söz konusu. 2005 yılında, İran’da kadınların Anayasa nedeniyle cumhurbaşkanlığına aday olamamaları, bazı mesleklerin kadınlara yasaklanmaya çalışılması, spor müsabakalarına alınmamaları nedeniyle kitlesel protestoları olmuştu. 2016 yılında kadınlar, başörtüsü takmadıkları fotoğrafları sosyal medyadan paylaşmış, tutuklanan kadınlar olması üzerine de saçlarını kazıtmışlardı. 2017’de, Tahran’dan tüm İran’a yayılan ve hepimizin halen hatırladığı, kadınların başörtülerini çıkardığı Beyaz Çarşamba eylemleri toplumsal bir harekete dönüştü. Kadınlar kendilerine dayatılan tüm kuralları esnetmek, kurallara uymamak için çok çeşitli yollar buldular, buluyorlar da.
İran İslam Cumhuriyeti’nin dayandığı en önemli temellerinden biri de şeriat kurallarıyla kadınları, LGBTİQ+'ları baskı altında tutmak. O nedenle de ne zaman kadınların bir mücadelesi gündeme gelse, bunu bastırmak için tüm güçleriyle engellemeye çalışıyorlar. Kadınlar artık eskisinden de daha güçlü olarak bu dayatmalara karşı geliyor. O nedenle de rejim ahlâk polisiyle, devrim muhafızlarıyla tutumlarını sertleştirmeye çalışıyor. Mahsa’nın öldürülmesi de işte bu sürecin bir parçası.
İran’da rejim kendi ‘bekası’ için kadınların tek bir tel saçının gözükmesini dahi bir tehdit olarak görüyor. Mahsa’nın ölümüyle ilgili haber yapan gazeteciler tutuklanıyor, protestolarda onlarca kişi yaralanıyor, öldürülüyor. İnsanların bir araya gelmesini engellemek için internet kesiliyor. Tüm bu engelleme girişimlerine rağmen İran halkı hâlâ protestolarına devam ediyor. En büyük baskıyı gören taraflardan biri olan kadınlar, İran’daki rejim karşısındaki en büyük güç ve tehdit olmaya devam ediyor.
Tüm dünyada olduğu gibi İran’da da kadınlar, tüm baskılara karşı eşit ve özgür yaşamları için, laik bir yaşam için mücadele ediyor. 21. Yüzyılda artık kendilerine dayatılmak istenen şeriat kurallarından da, zorunlu başörtüsünden de, Molla Rejiminden de kurtulmak istiyor. Başta kadınlar olmak üzere tüm İran toplumu laiklik istiyor. Hayatlarını dini kurallara göre değil, kendi belirledikleri gibi yaşamak istiyorlar.
Bugün artık protestolar sadece, başörtüsü zorunluluğu ile, Mahsa’nın ölümü ile sınırlı değil. Hem kadınlar hem de tüm halk artık “İslam Cumhuriyeti İstemiyoruz” diyerek sokakları dolduruyor. Protestolar, rejimin yıkılması için bir mücadeleye dönüşmüş durumda. Tüm dünyada olduğu gibi İran'daki ekonomik kriz, halkın her geçen gün yoksullaşması da başlayan bu eylemlerde etkili. 44 yıl boyunca inşa edilen ve kurumsallaştırılan bir rejimin hemen devrilip devrilmeyeceğini söylemek elbette kolay değil. Fakat İran halkının direnişi tüm otoriter rejimlerin korkulu rüyasını ortaya seriyor.
Elbette Türkiye bir İran değil. Ancak Türkiye’de de İran İslam Cumhuriyeti’ne özenenler hiç yok değil elbette. Her gün kadınların, LGBTİQ+'ların hakları, özgürlükleri tırpanlanmaya çalışılıyor. LGBTİQ+'lar hedef gösterilip, nefret yürüyüşleri yapılıyor. 6284 hedef gösterilip, kadınların medeni haklarına saldırılıyor. Ancak İran’daki protestolar bize kadın hareketinin ne kadar güçlü olduğunu, ülkede rejim karşıtı bir mücadeleye nasıl dönebileceğini gösteriyor. Ve elbette örgütlü bir mücadelenin ne kadar mühim olduğunu bize bir kez daha gösteriyor. İşte tam da bu nedenle, Türkiye’de ve dünyada kadınları ve mücadelesini küçük görmeye çalışan tüm iktidarlara da kadınların mücadelesi dert olsun.