Gülşen, Nisan 2022’de bir konseri esnasında kurduğu cümlenin üzerine tutuklandı. 1. Dünya savaşı'nı başlatan Avusturya-Macaristan prensinin öldürülmesi gibi bir bahaneydi aslında bu cümle. Aslında bir kadın, dayattıkları gibi giyinmediği, davranmadığı, sinmediği, korkmadığı ve meydan okuduğu için başkaca bir bahaneyle hedef gösterilip tutuklandı. Bu hukuksuz karar, korku egemenliği yaratmaya çalışan iktidarın bir kadın üzerinden güç gösterisidir. Yani aslında Gülşen söyledikleri nedeniyle değil, her türlü saldırıya rağmen eşit ve özgür yaşamayı savunmaktan vazgeçmediği için hedef gösterildi ve tutuklandı.
Bu nedenle ardından çıkan bütün tartışmalar ve edilen tüm itirazlar tek bir cevaba götürüyor bizi. Bu cümle İmam hatip meslek liselerine değil de başka bir meslek lisesine edilseydi aynı şey olacak mıydı? Bu kadar kadın cinayeti, çocuk istismarı faillerine, hayvanlara zulmedenlere, doğayı talan edenlere aynı hızla müdahale edilip işlem yapılıyor mu? 35 kere şikayet edilmiş ve bir kız çocuğunun hayatı söz konusu olmasına rağmen Beyza Doğan’ın katiline aynı şekilde neden bir tedbir alınmadı? “Namaz kılmayanlar öldürülebilir”, "Gülşen’in katli vaciptir" diyerek hedef gösterenler de tutuklanacak mı? Cevap basit ve tek: Hayır! Çünkü bu karar hukukun da her bir köşesine sinmiş siyasal iktidarın apaçık bir göstergesidir. Bu siyasi iktidar var olduğu sürece, iktidarın ve beslediği gerici grupların hayatlarımız ve özgürlüklerimiz üzerindeki bu baskısı büyüyerek devam edecek.
Bu kararın arkasından “Gülşen’in dediğine katılmıyorum ama…” diyerek kararın hukuksuzluğuna itiraz edenler oldu. Bir gruba göre ise amasız, fakatsız destek olunmalıydı. Bize göre durumun özeti şu: bir insan (ister espri dersiniz bunun adına ister ana fikir) söylediği bir sözden dolayı tutuklandı. Bu konuda Voltaire’e ait olduğu iddia edilen şu söz hayat bulmalıdır: “Fikirlerine katılmıyorum ama onları özgürce savunabilmen için canımı bile veririm.” Farklı düşüncede olup, onları ifade edebilmenin özgürlüğünü birbirimize sağlayabilmek zorundayız. Bunun için herkesin eşitlik ve özgürlüğünü iktidardan bağımsız yasalarla sağlamalıyız. Gerekirse sadece bir kesim için üretilip işlettikleri yasaları uretenleri gönderere k ve yasaları herkes için yeniden üreterek.
Fahrettin Altun 2018 yılında attığı bir tweetle “Siyasi hegemonyanız bitti, kültürel hegemonyanız da bitecek” diyerek yaşam tarzlarımız ve özgürlüklerimiz üzerine iktidarın başlattığı savaşı açıkça ortaya koymuştu. Yaşam tarzı, inanç özgürlüğü, kültürel farklılıklar bir hegemonya unsuru değildir, olamaz. Bunu bir kan davasına bir yarışa dönüştürmek sığ ideolojilerin sonucudur. Herkes özgürlüğün sınırlarını kendi ideolojisine göre belirliyor. Diğerinin özgürlük alanını da kendi algısı üzerinden çiziyor. Neye göre, kime göre bu sınırlar? Elbette ki; yasaya göre, kanuna göre olmak zorundadir. İşte tam da burada kanunların herkes için geçerli olduğunu anlatmak için hemen şimdi harekete geçmek zorundayız. Kadınların LGBTİQ+’ların ve özgür yaşam için mücadele eden tüm insanların mücadelesi bu farkındalıkla daha güçlü devam edecektir. Bizi yıldıramayacaksınız, özgürlüklerimizden vazgeçmeyeceğiz.