O etek çok kısa. Dekolteni kapat. Fazla dar giyinme. Makyaj yapıp dikkat çekme. Saçlarını ört. Bizden uzak bir şehirde üniversite okuyamazsın. Okuyabilirsin ama çalışamazsın. Evlendiğimizde çalışmayı bırakacaksın. Başörtünü düzelt. Başörtülü birinin insan içinde böyle davranması hiç uygun değil. Yüksek sesle gülme. Yüksek sesle konuşma. Hatta hiç konuşma. Sesini bir yabancı duymamalı. Tacizden şikayet ediyorsun ama dışarıda çok rahat davranıyorsun. Erkekleri kışkırtıyorsun. Erkeklerin olduğu alanlardan kaçın. İyisi mi sen evden hiç çıkma. Eşinin/babanın sözünden de çıkma. İsterse hizmet et, isterse evlen. İsterse doğur, isterse şiddet gör. Hayattan fazla bir şey bekleme. Toplumdaki izdüşümün aşağı yukarı bundan ibaret olacak.
Çocukluklarından beri kadınların bedenleri üzerinde bu ve türevleri yasaklar hakim. Kimine daha azı, kimine çok daha fazlası. Kaynağı her yerde toplumsal cinsiyet eşitsizliği olsa da baskı, ülkelerde iktidarların kullandığı araçlarla birlikte biçim ve yöntem değiştirebiliyor. Kadın bedenini kontrol altında tutmak için, aynı zamanda eşitsizliğin etkisi altında kalmış olan, dini inanışlar da kullanılıyor. Ulusal kanallarında “Bir kadının bedeni, üzerine sineklerin konmasın diye örtülmesi gereken bir çikolataya benzer.” denilebilen İran coğrafyasında yaşanan tam da bu. Kadınların kitlesel eylemler yaparak en ileri düzeyde itiraz yükselttikleri konu ise bedenlerini kontrol etmek isteyen İslami rejimin başörtüsü zorunluluğu.
İranlı kadınların bedenleri her dönem siyasilerin hem hedefi hem aracı haline geldi. 1936’da ülkeyi modernleştirmek isteyen Şah tarafından tesettür yasaklandı. Kadınların kendi hayatlarına dair karar alabilme özgürlüğü kısıtlandı. Kadınların özgürlüğü her zaman erkeklerinkine kıyasla daha fazla siyasetin konusudur. 1979’da monarşiyi yıkan İran İslam devriminden beri kadınların üzerindeki baskı önce söylemlerle sonra kanunlarla, yasaklarla şekil değiştirmişti. Bu sefer de iktidar kadınların islami kurallara göre yaşamasını zorunlu kıldı. Kamusal alandaki varlıklarının silikleştirilmek istendiğini kadınlar görüyordu. Artan baskılar, kendi kararlarını dahi veremeyen, mahkum hayatından usanan kadınlara itiraz etmeyi öğretti. Kendilerini düzene uydurmak için sağa sola çekiştirmeyi bırakıp esas düzeltilmesi gerekenin eşitsiz düzen olduğunu öğrendi kadınlar. İslami devrimden hemen sonra kadınların islami kurallara göre örtünmelerinin zorunlu hale getirilmesi gündeme geldi. Başörtü dayatmasına karşı kadınlar 1979 8 Mart’ında yüz binler olarak sokaklarda yürüdüler. Özgürlüklerinin kısıtlanmasına karşı mücadeleye hazırlardı. Yalnızca şahsen başörtüsü kullanmayı tercih etmeyen kadınlar değil, aynı zamanda tesettürün ancak kişinin kendi seçimi olabileceğini savunan başörtülü kadınlar da oradaydı. Tüm baskı ve şiddete rağmen eylemler 6 gün sürdü. Kadınlar, devrimi geriye gitmek için yapmadıklarını söylediler. Özgürlük hakkının evrenselliğini savundular. Arzu ettikleri; özgürleştiren, eşitleyen türden bir devrimdi.
İran’ın tarihinde iz bırakan bu eylemlerden birkaç yıl sonra başörtüsü yasası yürürlüğe girdi. Buna karşın yapılan eylemler durmadı. 1980’de 8 Mart kutlamaları ülke çapında yasaklandı. 2009 yılında kadınların herhangi bir eylem yapmaları yasaklandı. Yasaklar zaman içinde koşulları değiştirse de kadınların cinsiyetçi politikalar karşısında mücadeleleri baki kaldı. Bedenleri üzerinde hak iddia eden iktidara karşı eylemlerine devam ettiler.
2017 yılında bir çarşamba günü Vida Movahed isimli İranlı kadın, sokakta bir elektrik kutusunun üzerine çıkıp elindeki sopanın ucuna taktığı beyaz başörtüsünü salladığı tek kişilik bir eylem yaptı. Movahed gözaltına alınıp aylarca hapishanede tutulduktan sonra serbest bırakıldı. Bir yandan da görüntüsü dünyaya yayılan bu eylem, İranlı kadınlar için yeni bir yol açtı. Kadınlar o günden sonra sosyal medya üzerinden örgütlenerek çarşamba günleri yüksek bir yere çıkıp beyaz başörtülerini bayrak gibi tuttukları eylemler yapmaya başladılar. Görüntülerini çektiler ve sosyal medyada paylaştılar. Beyaz Çarşamba Hareketi böyle ortaya çıktı. Çarşamba günleri de, özellikle siyasal önemi olan günlerde de kamusal alanda başörtülerini çıkarma eylemleri yapmaya devam ediyorlar.
Rejim bu eylemlere karşı baskı ve şiddetini giderek artırıyor. Koca bir ülkenin özgürlük anlayışının nasıl olup da iktidarın güç gösterileriyle geriye gitmediğini idrak edemiyorlar. Başörtüsünü çıkaran kadınlar gözaltı, hapis, kırbaç ya da para cezalarıyla karşı karşıya kalıyor. Aynı zamanda rejim yanlıları eylemlere katılan kadınları, “İslam Cumhuriyetinin yeminli düşmanları” ilan etti. Polis yetkilileri de bu süreçte başörtüsüz kadınlara kamuda kimsenin hizmet vermemesi gerektiğini söyleyerek kadınları hedef gösterdi. Baskı aygıtlarını kullanarak kadınlarla baş edemeyen hükümet tesettür yasalarını uygulamakta zorlandığı için 12 Temmuz’u “Tesettür ve İffet Günü” ilan etti. Kadınlara başörtüyü özendirmek için çeşitli gösteri ve kutlamalar yapılan bu günde, kadınlar yine sokaklardaydı. Başörtülerini çıkardıkları videolarını yayınlayarak eylemlerini kararlılıkla sürdürdüler.
Geçtiğimiz 12 Temmuz günü de sosyal medyadan binlerce kadının başörtüsünü çıkardığı görüntüler yayıldı. Kadınları dinlediğimizde mücadelelerinin meşruluğundan ve birbirlerinden güç aldıklarını, gerici yasaklardan, artan baskıdan usandıkları anlayabiliyoruz. Kadınlardan biri videosunda "Bizi tutuklayabilirsiniz ama kampanyamızı susturamazsınız. Kaybedecek hiçbir şeyimiz yok. Biz özgürlüğümüzü yıllar önce kaybettik ve şimdi onu geri istiyoruz." diyor. Kadınların yasaklardan, baskılardan, zincirlerinden başka kaybedecekleri bir şeyleri yok. Geri adım atmak değil, ilerletmek derdindeler. Aynı gün sosyal medyada, bir cami duvarına yazılan “Ekmek, iş, özgürlük ve isteğe bağlı kapanma” sloganı yayıldı. İslami rejimin halkı kontrol etmek üzere kullandığı yasak ve baskıların propaganda alanı haline gelen camiler, kadınların da mücadele alanı olmuştu.
Kadınların bedenleri üzerindeki hak iddialarını meşrulaştırmak için özel günler üretebilirler. Eylem yapan kadınları gözaltına alabilirler. Hapsedebilirler. Polis şiddetini artırabilirler. Kadınları vatan haini ilan edebilirler. Televizyonlara çıkıp başörtüsüzlüğün ahlaksızlığını vurgulayan, akla sığmayan açıklamalar yapabilirler. İranlı kadınların en uç koşullarda bile kendilerine biçilen rolü kabul etmeyerek gösterdikleri üzere; mücadeleden vazgeçmeyecekler. Ellerini boğazlarından çekmeyen rejime rağmen ulaşabildikleri araçları kullanarak tüm yasakları aşan kadınlar sayesinde mücadeleleri dünyaya yayılacak. Tüm dünya kadınların ürettiği eşitlikçi siyaset sayesinde ileri giderken İran geriye gidemeyecek. Kendilerini gıda ürününe benzetenlerin aksine ambalajlara sarınmakla değil, etraflarına üşüşen sineklerle beraber bu düzeni tarihe gömerek çareye ulaşacaklar. Hareket sineklerin değil, daima kadınların özgürlüğü hedefiyle ilerleyecek.