Kadın Cinayetlerini Durduracağız Platformu Temsilcisi Esin İzel Uysal 14 Haziran'da Danıştay'da İstanbul Sözleşmesi'nden imzanın geri çekilmesinin iptali için görülen davada Giresun Barosu'nun yetkilendirmesi ile savunma yaptı. Savunmasını paylaşıyoruz.
***
Giresun Barosu adına Av. Esin İzel Uysal
Sayın heyet, değerli meslektaşlarım ve sevgili mücadele arkadaşlarım hepinizi saygıyla selamlıyorum.
Genç bir kadın meslektaşınız ve mücadele arkadaşınız olarak buradayım. Öncelikle şunu vurgulamak isterim. Türkiye Cumhuriyeti Anayasa’da yazdığı gibi bir hukuk devleti mi yoksa değil mi? Türkiye Cumhuriyeti’nde yargı bağımsızlığı var mı, yok mu? Bu dava sonucunda verilecek karar işte bu soruların da cevabı olacak.
Birçok meslektaşım etraflıca anlattı. Tekrara düşmeden kısaca ben de İstanbul Sözleşmesi’nin kapsamını anlatmaya çalışacağım. Öncelikle Sözleşme’nin amacını ifade etmekte fayda görüyorum. Şiddetin ortaya dahi çıkamayacağı bir toplum yaratmak. Bu kapsamda dört temel yükümlülük yükler Sözleşme taraf devletlere: Önleme, koruma, kovuşturma ve politika geliştirme. Şiddet ortaya dahi çıkamamalı. Ola ki çıktı bu kez kadınları korumalısın. Koruyamadın, o zaman etkin bir kovuşturma süreci yürütmelisin. Tüm bunları yapsan da yetmez, kadınları güçlendirmek için politika geliştirmelisin.
İstanbul Sözleşmesi’nin kapsamına ilişkin en çok tartışılan maddelerden biri olan 4. maddeye de değinmek gerekir. Temel haklar, eşitlik ve ayrımcılık yapılmamasına ilişkin madde. Madde metni özetle; hiç kimsenin cinsiyeti, toplumsal cinsiyet kimliği, cinsel yönelimi, dini, ırkı vb. bahanelerle ayrımcılığa uğrayamayacağına ve taraf devletlerin bu konuda gerekli tedbirleri alacağına ilişkin.
Bu noktada Anayasa’nın 10. maddesini hatırlatmak gerekir. “Herkes, dil, ırk, renk, cinsiyet, siyasi düşünce, felsefi inanç, din, mezhep ve benzeri sebeplerle ayırım gözetilmeksizin kanun önünde eşittir.” Anayasa madde 10 ve İstanbul Sözleşmesi aynı şeyi söyler. İstanbul Sözleşmesi’nden imza geri çekildi ama Anayasa madde 10 da kaldırıldı mı?
Sözleşme kapsamı çizer ve “Devletler iç hukuklarında düzenlemelerini yapsın” der. Türkiye’de durum nedir peki? Yalnızca 6284 sayılı Koruma Kanunu var. Üzerinde Ayşe Paşalı’nın kanı olan koruma kanunu. Ayşe Paşalı’nın adliye koridorundaki yüzü hepimizin hafızasındadır. Ben hikayesini de kısaca anlatmak isterim. Ayşe Paşalı, boşandığı erkek tarafından sistematik olarak şiddete uğradı. O dönem yürürlükte olan 4320 sayılı Koruma Kanunu, yalnızca evli olduğu erkek tarafından şiddete uğramışsa kadını koruyordu. Ayşe Paşalı defalarca koruma talep etti. Mahkeme reddetti. 2010 yılında öldürüldü. Ayşe Paşalı Türkiye’de kadına yönelik şiddetin simge isimlerinden biridir.
6284 sayılı Kanun’un hazırlık sürecinde kadın örgütlerinin de yer aldığını belirtmek isterim. Kadın örgütleri ile görüşmeler yapıldı. Bu mücadele pratiklerini dikkate almak açısından önemlidir. İstanbul Sözleşmesi’nden imzanın geri çekilmesi ve takip eden hiçbir süreçte ise ne kadın örgütlerinin ne de baroların mücadele pratiklerine başvuruldu. Örneğin yakın zamanda Türk Ceza Kanunu’nda yapılan değişikler.
6284’ü anlatmadığımız yer kalmadı. Yeri geldi muhtarlara anlatıldı, yeri geldi belediye çalışanlarına anlatıldı. Kadınlar ezberlesin diye eylemlerde straforlardan 6284 yapıldı, kadınlar ellerinde taşıdı. Akıllarda kalsın diye kartvizitlerini dağıttılar, afişlerini astılar. Çünkü kadınlar 6284 sayılı Kanun kapsamında haklarını bilmesine rağmen “Ben 6284 sayılı kanundan yararlanmak istiyorum” diye kanun ismi vermedikleri için karakollardan geri çevirildiklerini biliyoruz. Kadınlar koca bir topluma 6284 sayısını ezberletti.
6284 varsa İstanbul Sözleşmesi sayesinde var. Ve çok yakın zamanda 6284 de yetersiz diye tartışmaya açmaya çalışacaklardır. Asla izin vermeyeceğiz.
İstanbul Sözleşmesi kadını koruyamadıysan, şiddet ortaya çıktıysa etkin kovuşturma yürüt der. Yargıda Cinsiyetçilik raporundan birkaç örnekle uygulamadaki durumu anlatacağım. Ayrıca konuşma boyunca vereceğim örneklerin bir gazete küpürü olmadığı belirtmek isterim. Her biri şiddete uğrayan kadınlarla, öldürülen/şüpheli şekilde hayatını kaybeden kadınların yakınları ile verdiğimiz mücadeleden örnekler. Her bir davayı adliyelerde takip ettik.
Deniz Dal davası. Kayseri. Deniz’i 5 Temmuz 2020’de birlikte olduğu erkek göğsünden silahla vurulmuş halde hastaneye bıraktı ve kaçtı. Yakalandığındaysa Deniz’in intihar ettiğini söyledi. Önce tutuklandı, sonra delil yetersizliğinden beraat etti ve tahliye edildi. Dosya hala İstinaf Mahkemesi’nde.
Yağmur Önüt davası, İstanbul. 2016. Yağmur birlikte olduğu Egemen Vardar tarafından pompalı tüfekle öldürüldü. Fail şakalaşıyorduk dedi. Dava önce Asliye Ceza Mahkemesinde açıldı, sonra mücadelemizle dava ağır cezaya taşındı. Ağır Ceza Mahkemesi “şaka” savunmasına dayanarak bilinçli taksirle öldürmeden ceza verdi. Yargıtay olası kastla öldürmeden ceza verilmeli diyerek kararı bozdu. Nihayet 6 yıl sonra sanığa 16 yıl 8 ay ceza verildi ve tutuklandı. Halen dosyanın kasten öldürme olarak ele alınması için itiraz süreci devam ediyor.
Emine Yanıkoğlu davası. 30 Temmuz 2020’de boşanmak istediği erkek tarafından, çocuğunun gözü önünde öldürüldü. Pompalı tüfekle. Sanığa eşe karşı kasten öldürme suçundan ceza verildi, iyi hal indirimi uygulandı. Gerekçe “cezanın sanığın geleceği üzerindeki olası etkileri”. Emine daha 20 yaşındaydı.
Ayşe Tuba Arslan cinayeti. Tam 23 kez şikayetçi olan ve korunmayan Ayşe Tuba. Öldüğünde çantasından bir dilekçe çıktı. “Beni ölümüm gerçekleşince mi koruyacaksınız?” yazıyordu bu dilekçede. Yerel mahkeme sanığa ağırlaştırılmış müebbet cezası verdi. Fakat İstinaf Mahkemesi dedi ki sanık Ayşe Tuba’yı boşanma davaları sürerken aldattığı için öldürdü. Boşanmış olmalarına rağmen sanığa haksız tahrik indirimi uygulandı. Ceza 24 yıla düşürüldü.
Hatice Kaçmaz dosyası. Tasarlamanın unsurlarının yok sayıldığı cezasızlık örneklerinden biri. Hatice evlilik teklifini reddettiği bahanesiyle defalarca bıçaklanarak öldürüldü. Birinci derece mahkemesi tasarlamayı yok saydı. Yargıtay bu kararı onadı. Sanık olay yerine bıçakla gitmişti ama tasarlama unsurunun varlığı için yeterli görülmedi. Hatice evlilik teklifini reddetmeseydi öldürülmezdi dendi üstelik. Hatice hayatını kaybetti ama bu kararla neredeyse erkek mağdur kabul edildi.
“Beni Ragıp vurdu.” Nurtaç Canan. Evli olduğu erkek tarafından silahla vuruldu ve öldü diye bırakıldı. Nurtaç bu cümleyi kendi kanıyla yazdı. Ölürsem gerçekler açığa çıkabilsin diye. Kadınlar ölümün kıyısındayken bile neleri düşünmek zorunda, görüyor musunuz? Buna rağmen dava öldürmeye teşebbüs yerine yaralamadan açıldı.
Gönüllü vazgeçme, adında indirim geçmeyen ayrımcı indirim örneği. Burada anlatacağım davanın öznesi Öznur Gülbaş. Kendisi aynı zamanda mücadele arkadaşım ve bu salonda bizimle birlikte. Boşanmak istediği erkek tarafından 16 yerinden bıçaklandı. Dava önce asliye cezada açıldı, sonra ağır cezaya taşındı. Yine mücadelemiz sayesinde. Sanığa kasten öldürmeye teşebbüs suçundan 17 yıl ceza verildi. İstinafta bozuldu karar. Öznur yapma dediği için sanık durmuş ve 112’yi aramış diye. Gönüllü vazgeçme hükümleri uygulandı. Öznur ise ifadesinde “kendi çabalarımla şans eseri kurtuldum” dedi.
Kadınlar için hayatta kalmak, yaşamak şans eseri olamaz. Kadınlar çoğu zaman silah tutukluk yaptığı için hayatta kalıyor bu ülkede. Kadınlar da bu ülkenin yurttaşı ise -ki kimse aksini söyleyemez- kadınların yaşam hakkı da devletin sorumluluğundadır.
Biraz önce anlattığım Öznur Gülbaş, Nurtaç Canan, Hatice Kaçmaz, Ayşe Tuba Arslan ve Emine Yanıkoğlu davalarında karar, İstanbul Sözleşmesi’nden imza çekilmesinden sonra verilmiştir. İstanbul Sözleşmesi kararının etkileri görüldüğü üzere açıktır.
Hakimlerin cinsiyetçi kararlarının yanı sıra bir de sanık ve sanık avukatlarının İstanbul Sözleşmesi kararından cesaret aldığını görüyoruz. İstanbul’da bir cinsel taciz davasında sanık avukatı “kadının beyanını esas alan İstanbul Sözleşmesi yürürlükten kalkmıştır, müvekkile ceza verilmesi hukuk cinayeti olacaktır” diye savunma yaptı.
İstanbul Sözleşmesi’nden imzanın geri çekilmesini konuşurken toplumda akıllara gelen bir soru da “Sözleşme zaten uygulanmıyordu, şimdi ne değişecek?” olur. Çok şey değişecek. Bir sözleşmenin varlığı ve yokluğu çok şeyi değiştirir. Varlık ve yokluk arasında kadınların yaşam hakları var.
Sözleşme 2011 yılında imzalanıyor. Türkiye ilk imzacı. Yıllık kadın cinayeti verilerine baktığımızda yalnızca 2011 yılında kadın cinayetlerinin azaldığını görüyoruz. Takip eden yıllardan itibaren ise artan bir grafik var. 2011 yılındaki azalışın nedeni ise devletin bu konuda olumlu bir adım atması ve bir siyasi irade göstermesidir.
Biraz önce bahsettiğim veriler, devletin tuttuğu veriler değil ne yazık ki. Kadın Cinayetlerini Durduracağız Platformu verileri. Platform 2010 yılından bu yana sistematik olarak kadın cinayeti verilerini raporluyor. İstanbul Sözleşmesi, taraf devletlerin düzenli olarak veri tutmasını, sonuçları analiz etmesini ve kamuoyu ile paylaşmasını da öngörür. Bir sorun olduğunu tespit ediyorsanız buna ilişkin verileri analiz etmelisiniz. Çözüme ancak böyle gidebilirsiniz. Ne yazık ki devlet yalnızca birkaç yıl önce bu verileri tutmaya başladı. Devlet, erkek şiddeti sonucu hayatını kaybeden kadınların kaydını bile tutmazken kadınlar bu yükü omuzladı. Ve düzenli olarak kamuoyu ile paylaşılıyor bu veriler.
2022 Mayıs ayı. 35 kadın cinayeti. 31’i evli olduğu erkek, ayrılmak istediği erkek ya da bir aile üyesi tarafından öldürüldü. Yani en yakınları tarafından. 22’si evinde öldürüldü. 15 kadın boşanmak/ayrılmak istediği için, ilişkiyi reddettiği için yani hayatına dair karar vermek istediği için öldürüldü. Verilerden bahsederken yalnızca bir sayı olarak ele aldığımız anlaşılmasın. Her biri bir yaşam. Fakat durumun ne kadar vahim olduğunu anlayabilmek adına veriler bize ışık tutuyor. Dilerim bu davadan çıkacak karara da ışık tutar.
Yine geçtiğimiz Mayıs ayında 16 kadın şüpheli şekilde hayatını kaybetti. Her birinde etkin soruşturma yürütülsün ve gerçekler açığa çıksın diye biz mücadele edeceğiz. Çünkü biz mücadele etmezsek her bir şüpheli ölümün üzeri intihar diye kapatılabilir. Deneyimlerimizden biliyoruz.
2021 yılında 280 kadın cinayeti işlendi. 217 kadın şüpheli şekilde hayatını kaybetti.
Davalı idare vekili bir önceki duruşmada İstanbul Sözleşmesi’nden çekilme kararının iktidarın kadına yönelik şiddet konusundaki yaklaşımını değiştirmediğini ifade etmişti. 20 Mart 2021 - 31 Mayıs 2022 tarihleri arasında 269 kadın erkek şiddeti sonucu hayatını kaybetti. 282 kadının ölümü ise şüpheli. 6 kadın cinayeti ise Giresun’da işlendi. Şennur Çetin, Hülya Alaca, Sıla Şentürk, Şükriye Alkan ve İrem Kostakoğlu. Sıla Şentürk davası bizzat Giresun Barosu tarafından da takip ediliyor. Yine aynı tarihler aralığında Giresun’da gerçekleşen 3 şüpheli kadın ölümü var. Semanur Süer, Habibe Kara. 1 kadın arkadaşımızın kimliği ise tespit edilememiş.
Kadın cinayeti kavramını tüm toplum öğrendi, mücadelemiz sayesinde. Fakat şüpheli kadın ölümünü anlatmaya çok ihtiyaç var. Bu nedenle detaylandırmak isterim örneklerle. Çünkü İstanbul Sözleşmesi’nin en kritik olduğu noktalardan biri.
Esin Güneş davası. Esin öğretmen boşanmak istediği erkek tarafından Siirt’te uçurumdan atılarak öldürüldü. Sanık, Esin’in ayağının kaydığını ve düştüğünü iddia etti. Şimdi çokça örneğine şahit oluyoruz. Dosya takipsizlik kararı ile kapatıldı. Adalet mücadelesi tam 3 yıl sürdü. Sanık 3 yıl boyunca tutuksuz yargılandı. Adli Tıp Kurumu sanığın suçunu kanıtlayamadı. ODTÜ Fizik bölümünden rapor alındı. Bu raporla “fizik kanunlarına göre Esin Güneş’in, herhangi bir dış etken olmadan düşme ihtimalinin %0 olduğu” ortaya çıktı. Ve cinayet olduğu ortaya çıktı. Şüpheli kadın ölümü dosyalarında bir emsaldir.
Şüpheli kadın ölümleri intihar da olabilir, doğal ölüm de, kadın cinayeti de. Fakat burada önemli olan etkin bir soruşturma süreci yürütmek. Gerçekleri açığa çıkarmak. 2020 yılında 171 şüpheli kadın ölümü varken bu veri 2021de 217. Erkekler kadınların yaşam hakkına son vermenin yanı sıra artık gerçekleri de gizlemek üzerine hareket ediyor. Örneğin yüksekten atılıyor kadınlar.
Şule Çet şüpheli kadın ölümlerinde sembol isimlerden bir diğeri. 2018’de bir plazanın 20. katından atıldı, cinsel saldırıya maruz bırakıldıktan sonra. Sanıklar intihar olduğunu iddia etti. Mahkeme tecavüz ve cinayet bulgularını görmezden geldi. Kadın örgütleri, barolar sahiplendi bu davayı. Ve cinayet olduğu açığa çıktı.
Bir diğer isim Aysun Yıldırım. Aysun’un da İstanbul’da çalıştığı binanın 3. katından atlayarak intihar ettiği iddia edilmişti. Savcılık kovuşturmaya yer yok kararı vermişti. Yine kadın örgütlerinin mücadelesi ile dosya yeniden açıldı.
Kadın örgütlerinin, baroların kadınların ulaşabileceği çağrı hatları mevcut. Devlet bu konudaki sorumluluğunu tam anlamıyla yerine getirmediği için ne yazık ki bizler bu sorumluluğu üstlendik. Bu konuya ilişkin verileri değerlendirdiğimizde İstanbul Sözleşmesi kararı sonrasında kadınlardan gelen yardım başvurularının arttığını görüyoruz. Davalı vekilinin “20 Mart’tan sonra değişen bir şey olmadı” beyanına karşılık eklemek isterim bunu da.
Her ne kadar karardan sonra siyasi iktidar ardı ardına kadına yönelik şiddetin karşısında olduğunu açıklamış olsa da olumlu yönde bir siyasi irade göstermeden bu beyanların bir anlamı olmayacak. Kadına yönelik şiddet karşısında en kapsamlı uluslararası hukuki metin olan İstanbul Sözleşmesi’nden imza çekildikten sonra atılacak hiçbir adım da olumlu olamaz aslına bakarsanız. Çünkü İstanbul Sözleşmesi evrensel bir birikimin sonucudur.
İstanbul Sözleşmesi kararını ve bu davayı yalnızca hukuki boyutu ile değerlendirmemek gerekir. Sözleşme’den imzanın geri çekilmesiyle birlikte bu ülkede kadınlar şiddet karşısında yalnız bırakılmak istendi.
Yakın zamanda hukuk dışı bahanelerle ülkenin dört bir yanında festivaller yasaklandı, kadın şarkıcıların kıyafetleri bahane edilerek konserleri iptal edildi. Başta kadınların ve tüm toplumun yaşam tarzına yönelik bir müdahale söz konusu. Fakat ne kadınların ne de tüm toplumun bu dayatmalara sessiz kalması söz konusu dahi olamaz.
Saydığımız nedenlerle sayın heyet huzurunda görülen bu davaya konu kararın iptali gerekmektedir. Elbette bu davadan kadınların yüzünü güldürecek bir karar çıkması istediğimiz. İstediğimiz “İstanbul Sözleşmesi'nden imzanın çekilmesi kararı hukuka aykırıdır” kararını duymak. Fakat siyasal gelişmeleri doğru yorumlamak gerekir. Bu nedenle yalnızca iyi dileklerimi sunmak yerine şu vurgu ile konuşmamı tamamlayacağım.
Her ne karar çıkarsa çıksın kadınların mücadelesini durdurmak mümkün değil. Tarihin hiçbir döneminde toplumsal mücadeleleri durdurmanın mümkün olmadığı gibi. “İstanbul Sözleşmesi yaşatır” diyoruz. Çünkü gerçeklik bu. Eşit ve özgür olduğumuz bir ülke ve dünya istiyoruz biz kadınlar. Mümkün olduğunu biliyoruz. Mücadele ediyoruz. Kadınları durduramayacaklar. Ama biz kadın cinayetlerini durduracağız.