Bir gece vakti bir Cumhurbaşkanlığı kararnamesi ile karıştı ortalık. Herkesin haberi oldu karardan. Gece vakti Cumhurbaşkanlığı kararlarını takip etmek ülkenin sıradan bir rutini haline gelmişti zira. Kurdukları tek adam rejiminde, bir imzayla toplumun bir kesiminin ya da tamamının hayatını değiştirecek kararlar gece yarısı yayınlandığından kaygıyla beklemede insanlar. Gece yarısı sadece darbeler olur diye bilirdik eskiden, şimdi demokrasiye, özgürlüğe karşı yapılan tek yıkımın darbeler olmadığını da öğrendik.
Bir gece yarısı bu ülkede yaşayan kadınların ve LGBTİQ+ların hayatlarını, temel hak ve özgürlüklerini derinden etkileyecek bir karar açıklandı. Tek kişinin imzasıyla İstanbul Sözleşmesi’nden imzanın geri çekildiği duyuruldu. Ertesi gün kadınlar gün boyu sokaklara döküldü. Meydanları doldurdu. O günden bugüne canlı, dinamik ve büyüyen bir enerjiyle kadınlar, LGBTİQ+lar İstanbul Sözleşmesi’nden vazgeçmiyoruz dediler, demeye devam ediyorlar. Sınırları aşan uluslararası bir mücadele ile kendi hayatları üzerinden alınan bu kararı tanımadıklarını her ortamda ve her şekilde ifade ettiler. Yeni ittifaklar kuruldu. Çoğulcu büyük mitingler, yürüyüşler düzenlendi. Örgütlü/örgütsüz tüm İstanbul Sözleşmesi savunucuları büyüyen bir güçle sözleşmeye sahip çıktılar. Bu yönüyle bu karar, İstanbul Sözleşmesi’ne sahip çıkma gayesiyle bir araya gelen kitlelerin çoğulcu ve bütünlükçü eylemler yapmasına, demokratik tartışmalar yürütebilmesine imkan sağlamış oldu. Dev mitingler yapıldı. Dev dilekçeler asıldı birçok noktada. Sadece Ankara, İstanbul, İzmir’de değil ülkenin dört bir yanında sözleşmesine sahip çıktı kadınlar. Toplum da sözleşmeye sahip çıkarak kadınların mücadelesinin yanında yer aldı. Siyasi iktidarın argümanlarını bir bir çürüttü.
Diğer yandan kararın iptali için danıştaya 200’ü aşkın başvuru yapıldı, dava açıldı. Kadınlar ve bazı hukukçular bir yıl boyunca bu kararın anayasaya aykırı olduğunu ifade ettiler. Bu ülkenin anayasasına göre bu kararın hukuksuz olduğunu defalarca anlattık. Bizler ülke içinde ve dışında günlerce “Anayasayı, yasayı sözleşmeyi uygula!” diye meydanları doldurduk. Çünkü bu karar anayasayı ihlaldir ve tam da bu sebeple anayasayla çelişen bu kararı kabul etmiyoruz. Kaldı ki anayasa ile çelişmeseydi de kadınların hayatı üzerinde bu derece önemli bu karar kabul edilemezdi. Danıştay savcılarının da bu yönde bildirdikleri görüşlere başsavcılık görüşleri de eklendi. Açılan yüzlerce dava henüz sonuçlanmış değil.
Hem sokakta hem hukuki olarak yürütülen bu mücadele sonucunda, imzayı geri çekme kararını alanlar yaptıkları hatanın farkına vardılar. Ama bu hatanın boyutunun tam olarak farkına varamamış olacaklar ki sözleşmeye alternatif olarak yeni reform arayışları içine girdiler. Devletin koruması gerekip görevini yerine getirmediği için öldürülen kadınlar varken en kapsamlı sözleşmeden çıkılmasının yerini dolduracak çalışmalar yapma çabasının bir inandırıcılığı yok. Gayet basit bir hesap; en kapsamlı korumaya sahip olanın yerine koyacağın hiçbir şey daha kapsamlı bir koruma sağlayamayacaktır.
Meclise sunulan "Kadına yönelik şiddetin önlenmesi ve sağlık çalışanlarının özlük haklarına ilişkin yasa" teklifinin hiçbir inandırıcılığı olmamasının yanında veriler de bunu destekler nitelikte. İstanbul Sözleşmesi’nden resmen çıkmış olduğumuz tarih olan 1 Temmuz’dan imzadan çekilme kararının 1. yıl dönümü 20 Mart’a dek en az 278 kadın cinayeti ve 235 şüpheli kadın ölümü gerçekleşti. İstanbul Sözleşmesi, kadına yönelik şiddet suçlarında cezalandırmaların adil bir şekilde yapılması ve kamu görevlilerinin süreçleri etkin yürütmesi üzerinde baskı oluşturmaktadır. Sözleşmeden çıkılmasıyla birlikte kamu görevlilerinin görevlerini yerine getirmekte daha keyfi davranması, cezasızlığın ve şüpheli kadın ölümlerinin artması tabii ki tesadüf değildir. Bu veriler açıkça sözleşmeden çıkılmasının yanlışlığını ortaya koymaktadır. Bu durum, sözleşmeden çıkanların doğal olarak hep bir savunma pozisyonunda kalmasına sebep oldu. Verilerle birlikte sadece kadınların değil hukukçuların da kararın anayasaya aykırı olduğunu her seferinde ifade etmesi kararın yok hükmünde olduğunu ortaya koymaktadır.
Sözleşmeden çıkılmasından sonra mücadelelerle geçen bir yılın ardından, bu kararın kadın cinayetlerinin niteliğinin değişmesine yol açtığını gördük. Kadınların yararına olmayan bu karar, mahkeme salonunda “İyi ki İstanbul Sözleşmesi’nden çıkılmış.” diyen Pınar Gültekin’i öldüren faile yaradı. Kadınların, LGBTİQ+ların sözleşmeden vazgeçmediğini gören iktidarın karardan vazgeçmekten başka yolu kalmamıştır. Ucu açık, ne dediği belli olmayan, duruma göre eğilip bükülebilen ve inandırıcılıktan uzak sözde yasal düzenlemelerle kadına yönelik şiddeti sonlandırma amacı gütmedikleri gün gibi ortada. Önünde sonunda geri adım atmak zorundalar. Sözleşmeyi geri alıp uygulatacağız. Bunun başka bir yolu da mümkün değil.