Enflasyondan Çıkışın Yolu Direnişlerde

TÜİK Ocak ayı enflasyonunu %48,7 olarak açıkladı. Uzun zamandır açıklanan bu en yüksek enflasyon rakamı, hissedilen pahalılığın kısmen de olsa resmi rakamlarda kabul edilmek zorunda kalındığını gösterdi. Üstelik bu oranın önümüzdeki aylarda artacağı da yine resmi ağızlardan söylenmiş oldu.

Özellikle enerji ve gıdadaki fiyat artışlarının enflasyonu nasıl arttırdığı artık gözle görülüyor. Mevcut ekonomik kriz koşullarına %70’leri aşan elektrik zamları ile döviz kurlarının artışıyla gelen dışa bağımlı gıda sektöründeki uçuk fiyatlar eklendi. Böylece enflasyonun pik yaparak Arjantin’i bile geride bırakması sonucu ortaya çıktı. İşçi direnişlerinin patlak verdiği günlerden geçerken gelen bu enflasyon rakamı elbette tesadüf değil.

Öncelikle şunu belirtmek gerekiyor: Ekonomik kriz tüm dünya çapında, yıllardır ve kesintisiz olarak yaşanıyor. Türkiye’de siyasi iktidar değiştiğinde mevcut kapitalist sistem koşullarında ekonomik kriz yok olmayacak. Ancak AKP’nin hali hazırdaki ekonomik kriz sürecini hızlandıran rolü de ortada. Yandaş patron kesiminin yaratılması, kamu kaynaklarının bu patronların hizmetine açılması gibi süreçler hepimizin gözünün önünde yaşanıyor. Tüm bunların sonucunda ekonomik gidişatın emekçilerin aleyhine işlediği artık gün gibi ortaya çıktı. İşçi ücretlerine yapılan, enflasyonun yanına bile yaklaşamayan komik zam oranları bardağı taşıran son damlalar oldu. Nihayetinde önce Trendyol’da ardından diğer yerlerde işçilerin harekete geçişini başlatan da bu ekonomik politikalar oldu. Bu son açıklanan enflasyon rakamları da işçilerin direnişlerinin ne kadar haklı olduğunu göstermeye yetti.

Asgari ücrete %50 zam yapıldı ama daha Ocak ayı bile bitmeden, işçiler ilk zamlı maaşı bile alamadan zammın eriyip gittiğini gördük. Açıklanan resmi enflasyonla asgari ücrete yapılan zam, daha ilk aydan eşitlendi. Tabi bir de enflasyonu düşük göstermek için gidilen manipülasyonları düşünürsek asgari ücret zammının hiçbir değeri kalmamış oldu. TÜİK’in güvenilirliğinin kalmadığı malumunuz. Fiyat tespiti için gideceği marketleri önceden arayarak fiyatları düşürtmesiyle bilinen TÜİK’in bu kez başka yollar denediğini öğrendik. Bu kez de temel gider kalemlerinin enflasyon hesabına etki eden oranını değiştiren TÜİK, böylece enflasyonu daha düşük hesaplıyormuş. Örneğin elektriğe gelen %70’leri aşan zam çok yüksek olduğundan, elektrik kaleminin enflasyon hesabı içindeki katsayısını azaltıyormuş. Peki tüm bu oyunlar, elektrik kesintileriyle baş edilemeyen Isparta’da, soğuktan donarak hayatını kaybeden 70 yaşındaki vatandaşın ölümünü açıklayabilecek mi?

İşte bu buz gibi gerçekler şu an emekçileri direnişe itiyor. Hani hava sıcaklığı derece olarak ölçülür, bir de buna etki eden başka koşullar nedeniyle “hissedilen sıcaklık” ölçülür ya. Tıpkı bunun gibi bir “resmi enflasyon” oranları, bir de “hissedilen enflasyon” var hayatımızda. Malum bir avuç zengin dışında hayat pahalılığından etkilenmeyen kesim yok. Ekonomik çöküşü pandemiyle açıklamaya çalıştıklarını hepimiz hatırlıyoruz. Pandemide sokağa çıkma yasakları olduğunda bile eve gönderilmeyen, iş yükleri herkesten çok artan moto kurye işçilerinin patronlara en çok kar ettiren sektörlerden olduğu da ortada. Ama bugüne geldiğimizde aynı işçilere bırakın asgari ücret oranını %10’larda, %20’lerde bile zam yapılmadığını gördük. Patronların direnişin en büyüğüyle bu sektörde karşılaşması da bu nedenle tesadüf değil. Direnişe ilk geçen Trendyol işçilerinin eylemlerinin kazanımla sonuçlanması diğer işçilere de örnek oldu. Pek çok iş kolunda, fabrikada, işyerinde direnişler başladı. İlerleyen zamanlarda bu direnişlerin daha da toplumsallaşacağını görebiliyoruz.

Burada ayrıştırıcı bir yöne de dikkat çekmekte fayda var. Başlayan işçi direnişleri şimdiye dek gördüklerimizden farklı. İşçilerin çoğu herhangi bir sendikada bile örgütlü olmadıkları halde, kendi örgütlenme deneyimlerini yaratarak eylemlerini başlattılar. Kendi tartışma, karar alma mekanizmalarını oluşturmayı başardılar. Trendyol eyleminde gördüğümüz gibi kendi temsilcilerini seçerek işverenle görüştürdüler. Bu temsilciler işçilerin onayı olmayan bir karara imza atmadı ve kazanım böylece sağlandı. İşçilerin emekçilerin kendi özgüçlerine dayanarak örgütlenme deneyiminin oluşmaya başlaması çok önemli. Kadın hareketinin meclisler tarzında örgütlenme deneyiminin bu noktada örnek teşkil edebileceğini de bilmeliyiz.

Bu süreçlerde muhalefetin bir kısmının süregiden işçi direnişlerinin karşısında sessiz kaldığını görüyoruz. Bu da bize “AKP gitsin de yerine ne gelirse gelsin” anlayışıyla ekonomik gidişatta “düzeltme” yapma olanağı olmadığını bir kez daha gösteriyor. İşçilerin emekçilerin bu denli harekete geçtiği bir süreçte bize elbette direnişe geçenlerin yanında olmak düşer. Direnişe geçen işçileri yalnız bırakmamak üzere kolları sıvayan, ekonomik kriz koşullarına karşı mücadele eden kadınların da yolu açık olsun.