Geçtiğimiz günlerde canlı konserlerin başlamasının ardından başta Gülşen olmak üzere kadın sanatçılara sahne kıyafetleri üzerinden yapılan cinsiyetçi söylemler gündem oldu. En hafifinden “bu kıyafet fazla cesur, bir anneye yakışıyor mu bu kadar açık giyinmek?” söyleminden başlayıp hakaretlere kadar varan sosyal medya yorumları yapıldığını gördük. Bu cinsiyetçi söylemlere Gülşen’in yanıtı ise şöyle oldu:
“Ne giydiğime, ne düşündüğüme, nasıl yaşamak ve varolmak istediğime sadece ama sadece kendim karar verebilirim. Bugün toplum olarak geldiğimiz noktada bunu hatırlatmak durumunda kalmış olmak inanılmaz iç acıtıcı.”
Gülşen’in bu mesajı, kıyafeti ya da yaşam tarzı bahane edilerek saldırıya uğrayan kadınların yürüttüğü mücadele, son dönem artan benzer saldırılar karşısında umut vericidir. Peki bu saldırıların artmasının nedeni ne?
Siyasi iktidarın sistematik olarak hedef gösterdiği, hayatlarına karıştığı kadınlara ve LGBTİQ+’lara karşı nefret suçları işlenmekte. İktidar ayrımcı söylemleriyle, adeta bir mancınık üzerine yerleştirdiği gerici zihniyettekileri, hedef gösterdiği grupların üzerine fırlatıyor.
Sadece Gülşen de değil. Ayşegül Terzi, Şebnem Tüfekçi, Asena Melisa Sağlam, Elif Ülkü Eroğlu, Beril Nisa Aydın, Tuğçe Çetin ve daha nice kadının kıyafetleri bahane edilerek her türlü şiddete maruz bırakıldığına tanık oluyoruz. İktidarın nefret söylemlerinin artmasının hemen ardından Kayseri’de bir grubun “LGBT misin sen?” diyerek darp ettiği kişinin görüntülerini hepimiz izledik. Ardından 13 yaşındaki hentbolcu Merve Akpınar’a “sen kızsın şort giyemezsin” engellemelerini gördük. Merve köyündeki kız çocuklarının kaderini kendi başına değiştirmesin diye kadınlara da laikliğe de atılan o tekmeleri unutmadan mücadelemize devam edeceğiz.
Erkek egemenliği, gericilik ile birleştiğinde kadınların karşısında da LGBTİQ+’ların karşısında da tüm ucuz argümanlarıyla dikiliyor. Nefreti körüklüyor. Kendi hayatlarına dair özgürce karar almaya çalışan vatandaşlar ülkede “sapkın”, “gav*t” olarak yaftalanıp, hedef gösteriliyor. Başta anayasada tanımlanan laikliğin ne anlama geldiğini değerlendirmek gerekiyor.
Laiklik demokrasinin, hak ve özgürlüklerin teminatıdır. Aslında dinler açısından da devletin tarafsız, yansız olması gerekliliğini vurgular. Laiklik kadınların ve LGBTİQ+’ların kendi hayatlarına dair özgürce karar almaları ve özgürce yaşayabilmeleri için çok büyük bir önem arz eder. Zaman ve mekan gözetmeksizin kadınlar özgürce istediği her şeyi giyebilir. Çünkü kadınlar için laiklik, ne giyeceğine kendisinin karar vermesidir.
IŞİD’in kaçırdığı Ezidi kadınların, kurtuldukları anda kara çarşaflarını fırlatarak kendi renkli kıyafetlerine kavuşmalarını hepimiz dün gibi hatırlıyoruz. Laikliğin uğramadığı ya da ortadan kaldırılmaya çalışıldığı bir toplumda kıyafet özgürlüğünün ne denli elzem olduğunu o kadınların yüz ifadelerinde çok açıkça görmüştük. Konu sadece renkli elbiselere kavuşmaları mıydı? Hayır, konu kadınların özgürlüklerine kavuşmalarıydı… Türkiye’de de aynı dönemde kıyafetinden ve yaşam tarzından kaynaklı kadınların saldırılara uğraması üzerine “Kıyafetime Karışma” eylemleri başladı ve hızla yayıldı. Kadın Meclisleri’nin kurulmasına vesile olan bu süreçte ve devamında kadınlar yaşam tarzlarına yönelen saldırıların karşısında her zaman karşı çıkmanın ve örgütlenmenin bir yolunu buldu.
2002 yılında “eşcinsellerin yasal güvence altına alınması şart” diyen Cumhurbaşkanı bugün “LGBT yok öyle bir şey.” diyor. İçişleri Bakanı “LGBT sapkınlıktır, bu olay bizim aile yapımızı parçalayabilir. Türkiye'yi parçalamak için dış güçler destekliyor.” diyor. Diyanet İşleri Başkanı ise “Yaradılışa aykırı bir sapkınlık.” olarak tüm LGBTİQ+’ları hedef gösteriyor.
Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi, Beizaras ve Levickas v. Litvanya kararında tıpkı Türkiye’deki siyasi iktidar gibi “ahlaksızlığın çatı örgütü”, “sapkınlar”, “sapıklar” demeyi ifade özgürlüğü sayan Litvanya’ya ihlal kararı verdi. Kararda devletin nefret söylemi sarf edenlere karşı ceza hukukunu uygulaması ve uygun adımların atılması gerektiğine vurgu yapıldı. Türkiye’de de devlet yetkililerinin, nefret söylemini bizzat üretmek yerine LGBTİQ+’ların hayatını tehdit eden nefretle mücadele etmesi gerekmekte.
Kıyafetlerimiz, cinsel yönelimimiz ve cinsiyet kimliğimiz bahane edilerek yaşam tarzımıza yönelen tüm gerici saldırıların karşısında direneceğiz. Her türlü özgürlüklerimiz için; laiklik için, İstanbul Sözleşmesi için mücadele edeceğiz. “Anayasayı, yasayı, sözleşmeyi uygula” diyerek meydanlarda olmaya devam edeceğiz.