Geçtiğimiz günlerde İngiltere halkı, en uzun süre tahtta kalan monarkını kaybetmenin üzüntüsünü yaşadı. Britanya Elizabeth’in yasını tutarken tüm dünya kraliçenin hanedanlığı süresince başardıklarını anımsıyor ve neler daha farklı olabilirdi diye düşünmek için zaman buluyor.
Elizabeth, modern çağın her yerinde karşımıza çıkan; “ismini” İnternet’te, şarkı sözlerinde, televizyonda, kutu oyunlarında, popüler kültürde ve magazinde en fazla telaffuz ettirme imkânı bulmuş kadın hükümdarıydı. Dünyanın her köşesinde, 7’den 70’e herkesin Elizabeth ve sürdürdüğü monarşi hakkında olumlu ya da olumsuz bir fikri vardı. Ancak bu kadar geniş bir etki alanına sahip olma gücünü elde edebilmiş bir kadın lider olmasına rağmen Elizabeth, konu kadın hakları ve cinsiyet çalışmalarına geldiğinde yaşamı boyunca, birden fazla kez, monarşinin getirdiği muhafazakâr kurallar birikimine karşı gelmek yerine sessizliğini bozmamayı tercih etti. Dahası, Elizabeth monarşi eliyle sömürülen topraklarda yaşayan halk ve sömürge kolonilerinde hakları suistimal edilen kadınlar adına hiçbir zaman özür dilemedi. Elizabeth’in neredeyse anti feminist olarak nitelendirilebilecek propagandasını örneklendirmek için o kadar geriye gitmek gerekmiyor: 2018’de Prens Harry, Meghan Markle ile evlendiğinde, Markle’ın ten rengi ve geçmiş profesyonel hayatı hakkında kraliçe tarafından yapılan yorumlar manşetlere çıkarak sıradan insanların kahvaltı sofrasında bile yerini buldu.
Dünya tarihinde kadın liderler denildiğinde ismi hemen akla gelen Thatcher ve Kraliçe Elizabeth gibi iki ünlü lidere ev sahipliği yapmış olmasına rağmen İngiltere, bu iki kadının da söylev biçimine bakıldığında devlet yönetimini kapsayıcı feminizm konusunda uygun temelleri atamamış gibi gözüküyor. Özellikle de konu kraliyet olduğunda, 1800’lerde kadınların oy verme hakkı olmasını bir saçmalık olarak değerlendiren Kraliçe Victoria’dan, 1980’lerde Prenses Diana’nın monarşi tarafından özne edildiği psikolojik şiddete ve son olarak 21. yüzyıl kraliçesi Elizabeth’in hükmü süresince kadın hakları ve cinsiyet eşitliği süjelerindeki çekimser, muhafazakâr ve hatta yozlaştırıcı tutumu göz önünde bulundurulduğunda, monarşinin varlığının, sıfırdan kurallar birliğine bir reform getirilmedikçe, feminizm adına bir tehdit olduğunu söylemek hiç de haksız olmaz.
Berfin Karakaş