Gül Çandır Saç'ın bloğumuz için yazdığı yazıyı paylaşıyoruz.
***
GERİDE BIRAKILANLARIN SÖZ SÖYLEME CESARETİNE…
10-16 Mayıs Engelliler Haftası’nda Artık Ben de Özneyim!
Kadın Hasta Deneyimi
“Buradayım, burada, burada…
Buradayım, burada, burada…
Seni uyandırmak için seni, seni!”
Kurtlarla Koşan Kadınlar
72 saat içerisinde tüm vücudumda kas yıkımı gerçekleşirken uyumayan tek bendim!
Uluslararası Sosyal Hizmet Uzmanları Federasyonu çeşitliliği kapsayan yeni bir ekososyal dünyayı inşa etmek için bu yılki temasını “Kimseyi Geride Bırakmayacağız” olarak belirledi. Bilim her zaman yaşamın gerçeği olan çeşitliliğin yanında olmalıdır. Bunu yok sayarsa dünya da, insan da yıkıma uğrar; benim uğradığım gibi… Anlatmak istediklerim 2 yıl önce başlayan, bedenim üzerinde çoğuna göre akılla açıklanması mümkün olmayan bir ihmalin/ihlalin hukuki ve sağlık temelli inanılmaz mücadelesi… İnanılmaz diyorum, çünkü; tarihe kas yıkımı yaşayan bir kadını somatik delüzyon olarak kayıtlara geçirmeye çalışan GERÇEKLİK ALGILARINI kaybedenlere tanık oldum. Birçok hak temelli kavramın içinin boşaltıldığı ve dosyalarda kaldığı güvencesiz bir çağda en büyük rehberimiz deneyimlerimiz… Deneyimleri konuştukça yaşatılan başka başka akıl tutulmalarından haberdar olacağız… Olmalıyız!
Kadınların kendi bedenlerine dair bilgileri ve sorumlulukları modern paradigma ile birlikte tıp bilimine devredildi. Fakat 18. yy.da aydınlanmacı paradigmanın işaret ettiği düşünce; kadının bedenle, erkeğin akılla özdeşleşmesiydi. Sanki bizim bedenlerimizde akıl yokmuş gibi… Bedenlerimize dair beyanlarımız da değersizleştirildi. 5Harfliler yazı mecrasında geçen aylarda bir yurt dışı araştırma raporu yayınlandı ve bu rapora göre; “erkekler ve kadınlar acı içinde olduklarını söylediklerinde erkeklere ağrı kesici verilirken kadınlara sakinleştirici ve antidepresan yazılıyor.’’ İşte bu rapor; benim deneyimimi de içine alan normalleşmiş, yanlı ve yaygın olarak hastane koridorlarında kadınların karşısına kolayca çıkabilecek damgalayıcı, eril bir aklın sonucu aynı zamanda…
11 Temmuz 2020’de özel bir muayenehanede, benim için hayati sonuçlar doğurabilecek tanılar konuldu (damarlarda incelme, venöz tromboz, kafa içi basınç artışı, yakın tarihli pıhtı atma) ve incelenmesi için bedenime “BT kontrast madde” ilacı verildi. Çocukluğumdan beri ilaçlara aşırı tepki veren alerjik ve anemik bir çocuktum, bunu defalarca belirttim. Uygulama esnasında odada doktor yoktu… O andan itibaren ilacın nadir bir yan etkisi olan akut rabdomiyolize girdim. 72 saat içinde tüm kaslarımda yıkım gerçekleşti. İlaç kan akımımı kesince kaslarım felce uğradı, yıkıldı, eridi! Teşhislerin hiçbiri de doğru çıkmadı. Olay günü litrelerce su içmeme rağmen bedenimden idrar çıkmıyordu, kaslarım durmaksızın seğiriyor ve bir bir aşağı sarkarak düşüyordu. Üç gün içinde neredeyse sırtımın yarısı erimişti ve bedenimden idrarla atamadığım bu ilaç beni resmen yakıyordu, yanıyordum… Cayır cayır yandım sevgili kadınlar. Kadınlara sesleniyorum. En çok kadınları yakmadılar mı? Acile gittiğimde karşımda erkek doktor vardı. İdrar yapamama, kasların yoğun seğirmesi ve yüksek nabız (148) gibi belirtilere rağmen “İlaç bir şey yapmaz.” diyerek beni eve gönderdi. Müdahale edilmedikçe kaslarım vücudumu terk ediyor, omuzlarım, kalçam aşağı kayıyordu. Acildeki o doktorun ciddi bir komplikasyonu eşime “Strestendir, psikolojiktir.” gibi kadın olmamdan kaynaklı nedenlerle kendince açıklamaya çalıştığını duydum. Bu ülkede en büyük stresi biz yaşıyoruz doğru! Böyle hak ihlallerinin öznesi olmak zorunda bırakıldığımız için! İlk müdahalede yapılacak tek şey bedenime bol sıvı/su verilmesiymiş ve ben bunu iliklerime kadar hissediyordum. “Su verir misiniz?” diye haykırıyordum… Yankılanan sesimi sanki kara delik yutuyordu… Allah’ın suyu! Yoldan geçenden isteseniz verir…
Özel muayenehanesinde bu hayati yanlış teşhisleri koyup kontrast madde almamı sağlayan ve sonrasıyla ilgilenmeyen doktor ise yardım çağrıma karşılık hastanelerde gezmememizi, “kocama acıdığını” söyleyerek tıbbi sorumluluğunu almak yerine eril akla sığınmıştı. Sonucunda; dört ayrı araştırma hastanesi raporu ve çeşitli profesörlerin kanaati neticesinde vücudumdaki kas erimesi/yıkım birden çok kez raporlandı. 33 yaşıma kadar genetik bir çeşitliliği bedenimde taşıdığım ve ilacın kaslarımı neden bu denli güçlü yıktığı ortaya çıktı. %52-60 oranında engellilik raporum neticesinde de artık engellerle yaşayan genç bir kadınım. 2 yıldır fizik tedavi ve solunum rehabilitasyonu görüyorum. Tüm kaslarda eş zamanlı yıkım olduğu için göğüs kafesim içeri çöktü, solunum için hayati önem taşıyan diyafram kasım bile eridi. Beton gibi ağır bir beden taşıyorum. Desteksiz çok kısa mesafe yürüyebiliyorum artık, hareket becerilerim oldukça zayıfladı. Bu ağır tabloya müdahale etmeyen özel hastane ve doktor ile dava sürecim devam ediyor. Daha korkuncu ise uygulamayı yapan hastanenin dava dosyasındaki savunması: “Kaslarım düşüyor.” beyanım nedeniyle “somatik delüzyon” tanısını düşündüklerini, gerekeni yaptıklarını hatta kendi isteğimle acilden çıktığımı yazmışlar. Yani bu denli ciddi bir komplikasyonu ihmal ettikleri yetmezmiş gibi gerçeklik algıma da saldırılmış! Tıbbi bir kazanın sorumluluğunu almak yerine gerçeklik algıma şiddet uygulanmış düpedüz… Nadir bir yan etkiyi sorgulamak, bireysel çeşitliliğe açık olmak ve hastayı duymak yerine dosyada açık seçik deli ilan edilmişim. Deliliğe saygım sonsuz fakat bu şekilde değil. Bir ilacın böyle bir yan etkisini görmediler diye bedenimi tedavi etmek yerine zihnime nasıl bu kadar kolay saldırabildiler? Bireysel bir deneyimden daha fazlasıydı bu yaşananlar… Bu kadar somut bedensel bir gerçeğe yönelik böyle bir kıyıma başvuruluyorsa kim bilir daha ne duyulmamış hikayeler vardır… Psikolog Allice Miller’ın vurguladığı gibi kendi bedenlerimiz daha fazla özerklik ve özgüven kazanmamızı sağlayan bütün gerekli bilgilerin kaynağı olmasına rağmen uzmanlar da dahil olmak üzere çoğu insan büyük ölçüde kendi bedenlerimizde saklı olan bilginin onlara kılavuzluk etmesine izin vermez. Orta Çağ’da MS hastası çokça kadın histerik sayılıp, nice hasta kadın da cadı ilan edilip yakılmıştı öyle değil mi? Hala kadınların bedensel rahatsızlıklarını ‘’histerileştirme’’ bagajına sığınan bilim insanları var Orta Çağ’da olduğu gibi… Günümüzde bu bagaj biçim değiştirdi sadece; bilinemeyen, nadir görülen ya da zaman ayırmak istenilmeyen bir hastanın cinsiyeti kadın ise semptomlara “Psikolojiktir.” etiketi kibar yollarla yapıştırılıyor. Yaşadıklarımın yapısal bir dizi sürecin sonucu olduğunu bildiğim için bireyler yerine bu yanlı sisteme dikkat çekmek istiyorum: Düpedüz kasları eriyen/eritilen bir kadının bedenini “delüzyon”laştırmayı kolaylaştıran bu düzen(sizlik) en güvendiğimiz kamusal alanda bile karşımıza çıkabiliyor! O sebeple kadınlar; birbirimizin hikayelerini duymaya daha çok ihtiyacımız var. Kadınları ikincilleştirmek için zamanında bizleri sadece bedenle özdeşleştirenler artık bu özdeşliği tersten kursunlar: Bu zamana kadar bu denli güçlü kaynakların bilgisiyle, bedenlerimizle derin bağlarımız var! Bu bağları başkaları duymasa bile biz birbirimize duyuralım, cesaret edelim…
Sevgili kadınlar, öyle ki ben anlattıkça bedenimi daha çok sahipleniyorum. Bu noktada sözü bir kez daha Clarissa Pinkola Estes’e (Kurtlarla Koşan Kadınlar) bırakıyorum: ‘‘Eğer gerçekten ‘dışarı çıkmak için feryat eden’ bir kadın varsa, bu feryadı başkalarının onun kendi bedenine, yüzüne, yaşına yönelik saygısız yansıtmalarının sona ermesi içindir.’’ İşte ben de feryat ediyorum: “Bedenim; güvenilir bilgi kaynağım ve bilin ki benim evim!” Sizlerle kendi rızamla evimin yanma hikayesini paylaştım. Başka evler kendi güçlü su kaynaklarını hazırlayabilsinler ve uyanık olsunlar diye! Bana bu yangından geriye kalan yüklü bir beden… Kaslarımın çoğunu kaybettim çünkü geride bırakıldım. Ama tüm bu zorlu mücadelede onurumu ve bedenimi asla bırakmıyorum ve tarihte “eriten” olarak yer almaktansa “eriyen” olmayı yeğliyorum! Yaşasın söz söyleme cesaretimiz! Yaşasın bilgisine güvendiğimiz bedenlerimiz!