Bir baskı siyaseti olarak kadınların hayatlarına karışmak son zamanlarda oldukça gündemimize geliyor. Hatta tam da bu yazı yazılırken Gülşen hukuksuzca tutuklandı. Hem giydikleriyle, hem eşitliği ve özgürlüğü savunmasıyla, kadınların ve LGBTİQ+'ların haklarını gündeme getirmesiyle bir süredir hedef haline getiriliyordu. Ezgi Zerkin’in katili günlerdir yakalanmamış, Beyza Doğan 35 kere şikayetçi olup korunmamışken; Gülşen’e apar topar bir suç uyduruldu. Bu tutuklama kararının da; tıpkı kadınlara ve LGBTİQ+’lara yönelik saldırılar gibi, festival ve müzik yasakları gibi politik olduğunu biliyoruz. Kadınlar, modern yaşamlarını sürdürmek isteyenler elbette bu cezalandırmalarla durmayacak. Tam da bu yüzden siyasal iktidarın bütünlüklü politikasını ele almamız ve buna göre bir mücadele hattı örmemiz çok önemli.
Neden kadınların hayatına karışılır?
Son zamanlarda kadınların kıyafetleriyle, yapıp yapamayacaklarıyla ilgili açıklamaları sık duyar olduk. Bir kadın şort giydiği için bir kafeye alınmıyor. Pantolon dediğimiz şeyler, daracık şeyler oluyor. Hele hele kadınlarımızda...Toplumun huzuruna onunla çıkmak tasvip edilir şeyler değil.’ "Sokaklar kasap dükkanı gibi. Et görmekten içimiz dışımıza çıkıyor"’..diye pek çok açıklamalar yapılıyor.* Bir kadın oyuncunun ödül töreninde giydiği kıyafet için ‘kanunen suç sayılmalıdır’ denilerek kadınların ne giyip giyemeyeceği gündeme getiriliyor. Kadınlar bira içtikleri için saldırıya uğruyor. Anadolu Üniversitesi kadınların kısa etek, kolsuz ve açık yakalı giymemelerini istiyor. Kiğılı paylaşımında ‘kadınların mavi yakalılarla çalıştıkları gerekçesiyle dekolte ve etek boyları konusunda aşırıya kaçmamalarını istiyor. Bu örnekleri daha da artırabiliriz.
Kadınların başta kıyafetleri olmak üzere; kararlarına, hayatlarına durmaksızın bir müdahale söz konusu. Bu saldırılar yeni ve sadece bizim ülkemize özgü değil elbette. Patriyarkal sistem içerisinde kadınların cinselliklerinin sürekli kontrol edilmesinden çalışıp çalışamayacaklarına, ne giyip ne giyemeyeceklerine, boşanıp boşanamamalarına kadar pek çok şeyi sayabiliriz. Siyasi iktidarlar yeni bir rejim inşa etmeye çalıştıklarında ilk olarak kadınları baskı altına almaya çalışıyor. Tıpkı yanıbaşımızdaki Taliban rejimi, İran gibi. Ya da muhafazakârlar ilk olarak kadınların haklarını hedef haline getiriyor. Tıpkı Amerika’da, Polonya’da kadınların kürtaj hakkına saldırılması gibi.
Ülkemizde de kapitalist patriyarkal sistem elbette günümüz siyasi iktidarı ile gelmedi. Ama günümüz siyasi iktidarı egemenliğini peki?tirmek ve dini, otoriter bir rejim kurmak istediği için de sürekli kadınları, LGBTİQ+'ları ve haklarını hedef alıyor. Kadınların hedef alınmasının bir başka nedeni de, siyasi iktidarın karşısında duran en önemli örgütlü güç olması.
Saldırılar karşısında ancak direnerek durabiliriz
Siyasi iktidar kadınların karşısında bütünlüklü bir saldırı politikası yürütüyor. Müftülere resmi nikâh kıyma yetkisi verilmesinden İstanbul Sözleşmesi’nden imzanın çekilmesine, Kadın Cinayetlerini Durduracağız Platformu’na fesih davası açılmasından İçişleri Bakanlığı genelgesinde kadın platformlarına "illegal yapılanmalar" denmesine kadar pek çok adımı sayabiliriz. 6284 sayılı Koruma Kanunu defalarca hedef gösterildi, halen de gösterilmeye devam ediyor. Nafaka hakkımız sürekli tartışmaya açılıyor. Tüm kadınlar, LGBTİQ+'lar ve mücadeleleri zapturapt altına alınmaya çalışılıyor. Kadınlar ancak makbul sınırlar içerisinde yaşamalı ve buna itiraz etmemeli deniyor.
Siyasi iktidarın adımları bunlar olunca; erkekler, cemaatler, ilahiyatçılar, iktidarın politikalarına eklemlenmeye çalışanlar elbette geri durmuyor. Yeri geliyor kadınların kıyafetlerine, sokağa çıkmalarına, kaç çocuk doğurması gerektiğine karışıyorlar. Elbette politik olarak söylenenlerin, uygulamaların genel kamuoyu nezdinde bir etkisi oluyor. Kadın düşmanlığı bu politikalarla, söylemlerle arttırılmaya çalışılıyor. Ancak burada tüm bu yapılanları tüm toplum kabul ediyormuş, tüm toplum bu ayrımcılığı uyguluyormuş gibi düşünmememiz gerekli. Ne demişlerdi, "halkımız isterse İstanbul Sözleşmesi’nden çekilebiliriz" . Halbuki bunu isteyen bir grup cemaatti! Gülşen’in kıyafetlerinden, konuştuklarından, eşit ve özgür yaşamı savunmasından rahatsız olanlar da sadece bir avuç muhazafakârdı. Ancak biz genel kamuoyunun onların dediği gibi tamamen muhafazakâr, sabit fikirli ve değişmez olmadığını biliyoruz.
Kadınlar elbette siyasi iktidar, bir avuç gerici istediği için kıyafetlerini, kararlarını değiştirmeyecek. Ancak şunu da unutmayalım, tüm bu söylenenler kadın cinayetlerinin, kadına şiddetin, tacizin meşrulaştırma zeminini de yaratıyor. " O da gecenin o saatinde orada olmasaymış. O da alkol içmeseymiş. O da daracık pantolon, kısa şort giymeseymiş. vb."
Bu bahaneler uzar da gider. Sadece failler değil, bu bahaneler öne sürülerek verilen indirimlerle, uygulanmayan tedbir kararlarıyla da devlet nezdinde de şiddet meşrulaştırılıyor. O nedenle de kadınları baskı altında tutmaya çalışmaları bir yana bu boyutunu da hiçbir zaman unutmamalıyız.
Kadınların özgürleşmesi gerçek bir tehdit haline geldikçe kadın düşmanlığı daha da şiddetleniyor. Bizler de tam böyle bir aşamadayız. İktidarın politik adımlarından erkekler elbette güç alabilirler. Dünya tarihi baskılar tarihi olduğu kadar, baskıların karşısında direnenlerin de tarihidir aynı zamanda. 2017 yılında saldırılar arttığında her kesimden kadınla birlikte Kadıköy’de " Kıyafetime Karışma" eylemleri yaptık. Şiddetin, baskıların karşısında her geçen gün mücadelemizi büyütmeye devam ediyoruz. Elbette tüm toplumla birlikte; sizi ve sizin cinsiyetçi, gerici politikalarınızı da tarihin çöplüğüne göndereceğiz. Çeşitli bahanelerle tutukladığınız, eşit ve özgür yaşamı savunan tüm arkadaşlarımızı da alacağız.
*https://www.cumhuriyet.com.tr/turkiye/diyanet-tvde-pantolonlar-daracik-toplum-icine-cikilmamali-denildi-1971316
*https://tele1.com.tr/seriatci-imam-kadinlari-hedef-aldi-sokaklar-kasap-dukkani-gibi-et-gormekten-icimiz-disimiza-cikiyor-666270/