Milli Eğitim Bakanlığının verilerine göre kız çocuklarının okula gitme oranı 2012-2013 eğitim-öğretim yılında %98,9 iken, bu oran 2020-2021 eğitim-öğretim yılında %93,1’e geriledi. Bu gerilemenin birçok görünen nedenini sıralamak elbette mümkün. Köy okullarının kapatılmasıyla taşımalı eğitimin yaygınlaşması, ekonomik krizin daha da belirginleştirdiği yoksullukta bu taşımalı eğitimin lüks haline gelmesi, 4+4+4 kesikli eğitime geçiş gibi nedenler bu gerilemeyi meşrulaştırıcı nedenler olarak görülüyor. Ancak tüm bu eşitsizliğin temelinde tüm kamu alanına sinmiş cinsiyet eşitsizliği var.
Kriz zamanlarında insanlar ilk olarak daha “az gerekli” gördükleri kalemlerden kısarak hayatta kalmaya çalışırlar. Neyi “temel ihtiyaç” olarak görüp görmedikleri sosyo-ekonomik durumlarına ve toplum algısına bağlı olarak değişiklik göstermektedir. Ekonomik krizlerde feda edilebilir olarak ilk önce kız çocukları ve kadınların görülmesi, cinsiyet eşitsizliğinin temel göstergelerinden biridir. Ekonomik krizle birlikte yoksulluğun daha da derinleştiği ülkemizde kız çocuklarının okullaşma oranındaki bu düşüş, eğitim-öğretim alanındaki cinsiyet eşitsizliğini gözler önüne sermektedir. Nitekim kız çocukları ve kadınların eğitim almaları o kadar da “temel ihtiyaç” değildir. Öğrenmek/eğitim bir insanın hayatında ne kadar ihtiyaçtır onu irdelemek gerekir.
Biz insanlar var olduğumuz andan itibaren topladığımız bilgilerle bilincimizi donatıyoruz. Benliğimizi, bütünlüğümüzü oluşturuyoruz. Sesleri bir araya getirip nasıl anlamlı kelime oluşturacağımızı, kaşığı ne için/nasıl kullanacağımızı, diğer insanlarla nasıl bir arada yaşayacağımızı öğrenmek bunun için var. Bunların hepsi kendimizi yaratmak için gereksinim duyduğumuz bilgiler bütünü. Biz geliştikçe, diğer bir deyişle büyüdükçe, daha fazla ve daha kompleks bilgilere ihtiyaç duyuyoruz. Böylece bilincimizi oluşturuyoruz. Bilincimiz yoksa biz yokuz. Kaza geçiren birine müdahale eden kişinin ilk sorduğu soru şu değil midir: “Bilinci yerinde mi?” Yani hala yaşıyor mu? Hala burada mı? Hala var mı?
Bilinç bu kadar önemli. Bilinci oluşturan öğrenme eylemi bu kadar hayati bir mesele. Peki bu kadar hayati bir meselede hangi sebepten, hangi günahtan ötürü kız çocukları “var olma” mücadelesinden mahrum bırakılmakta? Kim karar vermekte “kız çocukları bu kadar öğrense yeter” diye? “Kız çocukları bu kadar var olsa yeter” demek kimin yetkisinde? Bir insanın varlığının yeterliliği kimin/kimlerin hangi sebeple belirleyebileceği bir olgu?
Biz biliyoruz ki, köy okullarını kapatarak taşımalı (yani paralı ve uzak) eğitime, toplumun yoksulluğunu derinleştirerek kız çocuklarının feda edilebilmesine sebep olan iktidardır suçlu. Toplumun derinlerine yerleşen dini grupların “kız çocukları okumasın” zehrini akıtmalarına müsaade eden/göz yuman iktidardır suçlu. Çözüm ise bellidir. Kız çocuklarının okuması, kadınların her alanda var olması için onlar gidecekler ve bizler tüm kamusal alanda cinsiyet eşitliğini getireceğiz.