İstanbul Sözleşmesi Yaşayacak, Kadınları da Yaşatacak

Danıştay 10. Daire Başkanlığı, İstanbul Sözleşmesi’ne ilişkin kararını 19 Temmuz’da açıkladı. Danıştay, İstanbul Sözleşmesi'nin feshine ilişkin 20 Mart 2021 tarihli Cumhurbaşkanının hukuksuz kararının iptal istemini reddetti. Böylece Danıştay, İstanbul Sözleşmesi’nden tek kişinin imzasıyla çekilmeyi anayasaya uygun buldu. Tek adamın anayasanın, yasaların üstünde olduğunu ve hatta kararlarının ‘sorgulanamaz’ olduğunu ilan etti. Bu siyasi bir karardır; tek adam her şeyi yapabilir, bir gece yarısı başka uluslararası sözleşmelerden de çekilmek isteyebilir, demektir.

Hukuk ölmedi, Danıştay’da hukuk dersi verildi

Danıştay'da yapılan dört duruşmada da o koca salon doldu taştı. Hukukçular, temsilciler orada bir tarih yazdılar, hukuk dersi verdiler. Danıştay’da görülen duruşmalarda, defaten sorulmasına rağmen sözleşmeden neden çekilme kararı alındığına ve çekilmeden nasıl bir kamu yararı sağlanacağına dair tek bir cümle duymadık. Duruşmalarda, uluslararası sözleşmelerden tıpkı onaylanma sürecinde olduğu gibi ancak ve ancak Meclis'in onayı ile çıkılabileceği, kanun düzenlenmesi yapılması gerektiği, kanunla düzenlenmesi öngörülen konular ve temel hakların Cumhurbaşkanlığı kararnamesi ile düzenlenemeyeceği tekrar tekrar anlatıldı. Anayasanın bu konularla ilgili 90. 104. ve ilgili tüm maddeleri defalarca okundu. Aksi durumların hepsinin yetki gaspı olacağı ve hukukta paralellik ilkesine aykırı olacağı söylendi. İşte tam da bu nedenlerle Danıştay’ın verdiği bu karar hükümsüzdür. Tüm bu hukuksuzluklar arasında halen anayasayı, yasaları savunan yüksek yargı mensuplarının da olduğunu unutmamak gerekli. Bu kararı oy birliği ile değil oy çokluğu ile verebildiler. Tetkik hâkimi ve üç Danıştay savcısı gibi, beş kişilik Danıştay 10. Daire heyetinden iki hâkim kararı hukuksuz buldu. Heyetteki üç hâkim ise kararı Anayasa’ya uygun buldu. Yani bir oy farkı ile ancak bu kararı verebildiler. Hala hukuk savaşı verenler her yerde var.

İstanbul Sözleşmesi’nden neden vazgeçemeyiz?

Bir grup gerici marjinal için kadınların yaşam haklarını gözden çıkarmış olabilirler. Unutmasınlar ki, kadınlar her gün ölüm kalım mücadelesi veriyor. Kadınların ölümleri şüpheli bırakılmaya çalışılıyor, faillere haksız tahrik indirimleri veriliyor. İstanbul Sözleşmesi'ni vazgeçilmez yapan elbette ki başka gerekçelerimiz de var. Sözleşme, "şiddetin kökeninde toplumsal cinsiyet eşitsizliği" vardır tespitiyle başlar. Şiddeti önlemek için eşitsizliği ortadan kaldırmanız ve şiddetin ortaya çıkamayacağı bir toplum yaratmalısınız der. Devletlere önleme, koruma, kovuşturma ve politika geliştirme için somut sorumluluklar yükler. Eşitliğin sağlanması için bütüncül bir çerçeve sunar. Devletlerin uygulamasına ilişkin denetim mekanizması kurar.

Sözleşme’den çekilmeyi savunanlar, her seferinde iç hukukun yeterli olduğunu söylüyor, ancak yetmiyor, görüyoruz. Ceza Kanunu’nda değişiklik yaparak indirimleri engelliyoruz dediklerinin hemen ertesinde Pınar Gültekin’in katiline haksız tahrik indirimi verildi. Kaldı ki, hiçbir kanunumuz, kadına yönelik şiddet ile mücadelede İstanbul Sözleşmesi kadar somut ve kapsamlı değil. Bizim yıllardır uygulatmaya çalıştığımız, siyasi iktidarın ancak İstanbul Sözleşmesi’nden imzanın çekilmesiyle gündeme getirdikleri 6284 Sayılı Koruma Kanunu da zaten İstanbul Sözleşmesi sayesinde var olabildi. 6284 tam ve etkin uygulandığında onlarca kadının hayatta kalabildiğini biliyoruz ama uygulamıyorlar. Haklarımıza yönelik saldırılar arttığında şiddetin de arttığını, artış olmasa bile biçim değiştirdiğini biliyoruz. İmzanın hukuksuz bir şekilde çekilmesinden sonra şiddetin boyutu değişmişti. Şimdi de bu kararla, failler daha fazla cesaret bulabilecektir.

Bitmeyen Mücadele

Bu kararın ardından Türkiye’nin dört bir yanında kadınlar ve LGBTİQ+’lar, hukuksuz kararı tanımadıklarını ve İstanbul Sözleşmesi’nden vazgeçmediklerini bir kez daha meydanlarda söylediler. Hukuki alanda da elbette mücadelemiz bitmedi. Temyizden, Anayasa Mahkemesine, AİHM’ne kadar daha sürecimiz var. Ama toplumsal mücadelemizi daha da büyütmemiz gereken bir dönemdeyiz. Bu nedenle de, İstanbul Sözleşmesi’nin her bir maddesini daha fazla anlatıp, uygulatmak için daha fazla mücadele edeceğiz.

Devlet; kadına yönelik şiddette, LGBTİQ’lara ayrımcılık uygulanmasında kendisine düşen sorumlulukları artık yerine getirmeyeceğini açıkça ilan etmiştir. Madem ki onlar bu kadar aleni bir şekilde eşitliğin, kadınların karşısında; madem ki kadına yönelik şiddet, ayrımcılık bir insan hakkı ihlali değil; bizler de mücadele saflarımızı sıklaştırmalıyız. Önümüzdeki seçimler, bu siyasi iktidarın kadınlara ve LGBTİQ+lara reva gördüklerini tersine çevirmek için bir fırsattır. Bizleri şiddetle, ayrımcılıkla baş başa bırakanlar, o sandıklarda tek başlarına kalacak. Biz de o zaman, milyonların kaderinin ve iradesinin tek bir adama bağlanamayacağını bir kez daha göstereceğiz. Örgütlü politik mücadelemizi büyüterek, İstanbul Sözleşmesi’ni de, kadınları da yaşatacağız.