Kadın Cinayetlerini Durduracağız Platformu Kadın Meclisleri avukatı Rukiye Leyla Süren'in Yarın Haber'de yayınlanan yazısını paylaşıyoruz.
***
Hayır, bu soruya ANAYASA ile cevap vermeyin.
El cevap, yaşadıklarımızdır. Aksi halde cevabınız, her zamanki gibi “esasen yazılı hukukta var ancak uygulanmıyor” olacaktır.
Artık bu cevabı ne kendimden ne de başkasından duymaya tahammülüm kalmadı.
Çünkü benzer durumda, biz kadın hakları mücadelesi veren kadın hukukçulara kadına yönelik şiddet ile ilgili “Kanunlarda neler eksik?” diye sorulduğunda “Aslında kanunlarda çok büyük eksikler yok, gerçek sorun uygulamada” cevabı veririz.
Peki, kimdir bu uygulayıcılar? Mevzuata rağmen neden göğsümüzü gere gere “Türkiye bir Hukuk Devletidir” diyemiyoruz. Yine de yukarıda verdiğimiz cevapla da bir anlamda zat-ı şahanelerine bir nevi mazeret sunuyoruz.
En yakın örneğini Danıştay 10. Daire Başkanlığının, Cumhurbaşkanının hukuksuz İstanbul Sözleşmesi’nden imza çekmesi ile ilgili açılan davaların reddi kararında gördük.
Buna benzer davalara birçok örnek verebilirsiniz. Gezi davası/Osman Kavala ile ilgili son İHAM kararı en yakın tarihli bir örnektir. Bu yazımda Danıştay’daki dosyayı, gelecek yazımda ise Gezi davası/Osman Kavala ile ilgili İHAM kararını konuşalım istiyorum.
Danıştay 10. Dairesindeki yüzlerce davada talep edilen; Anayasanın 2. maddesine (hukuk devleti), 6. maddesine (Egemenlik, kayıtsız şartsız milletindir. Egemenliğin kullanılması, hiçbir surette hiçbir kişiye, zümreye veya sınıfa bırakılamaz. Hiçbir kimse veya organ kaynağını Anayasadan almayan bir Devlet yetkisi kullanamaz), 10. maddesi (Kadınlar ve erkekler eşit haklara sahiptir. Devlet, bu eşitliğin yaşama geçmesini sağlamakla yükümlüdür), 11. maddesi (Anayasa hükümleri, yasama, yürütme ve yargı organlarını, idare makamlarını ve diğer kuruluş ve kişileri bağlayan temel hukuk kurallarıdır), 90. maddesi (Milletlerarası kuruluşlarla yapılacak andlaşmaların onaylanması, Türkiye Büyük Millet Meclisinin onaylamayı bir kanunla uygun bulmasına bağlıdır) ve 104. maddeleri gereği olarak Cumhurbaşkanının 19 Mart 2021 tarihli ve 3718 sayılı kararının Anayasaya aykırılığı sebebiyle Anayasa Mahkemesine gönderilmesi veya iptal edilmesine karar verilmesi idi. Buradaki maddelere birçok madde ve ilke ekleyebilirsiniz.
Biz kadınları, Baroları ve kadın örgütlerini yüzlerce dava açmak zorunda bırakan Cumhurbaşkanının 19 Mart 2021 tarihli ve 3718 sayılı kararı (özet yaptığımı düşünmeyin tamamı bu kadar!) ise;
“Türkiye Cumhuriyeti adına 11/5/2011 tarihinde imzalanan ve 10/2/2012 tarihli ve 2012/2816 sayılı Bakanlar Kurulu Kararı ile onaylanan “Kadınlara Yönelik Şiddet ve Aile İçi Şiddetin Önlenmesi ve Bunlarla Mücadeleye İlişkin Avrupa Konseyi Sözleşmesi’nin Türkiye Cumhuriyeti bakımından feshedilmesine, 9 sayılı Cumhurbaşkanlığı Kararnamesinin 3. maddesi gereğince karar verilmiştir.”
Her yıl yüzlerce kadın öldürülen bir ülkenin Cumhurbaşkanı, insan hak temelli ve adı “Kadınlara Yönelik Şiddet ve Aile İçi Şiddetin Önlenmesi ve Bunlarla Mücadeleye İlişkin Avrupa Konseyi Sözleşmesi” olan bir sözleşmeden bir satırlık bir kararla tüm ülke adına imzasını çekebiliyor.
Danıştay 10. Dairesi heyeti, 3 oy ile tarihe geçecek hukuki donanımdan yoksun şekilde, özetle “Sayın Cumhurbaşkanlığının takdiridir, amacını biz sorgulayamayız” dedi, şaşırtmadı.
Şaşırmayı ne çok isterdik.
Hukukçu olarak içinde bulunduğum camianın yaptığı hatalardan, kötülüklerden kendime de utanacak bir pay çıkartırım hep. Duymuşsunuzdur, hatta görmüşsünüzdür. Bizlere ulaşan ve hala nasıl dolaşıma çıktığını bilmediğim “kırmızı çizgili!” hali ile kararın düzeltilmemiş metni de var. Kim, kimlerle paylaştı? Karara son hali verilmeden ve hakimler imzalamadan. Ne sevinç, ne heyecan ise artık. Son halini bekleyememişler anlaşılan.
5 hakimden oluşan 10. Dairenin 2 hakimi karşı oy kullandı. Karardaki 2 karşı oy gerekçesinde ise 15 Temmuz 2018 tarihli 9 sayılı Cumhurbaşkanlığı Kararnamesi’nin Anayasaya aykırı olduğundan Anayasa Mahkemesi’ne gönderilmesi gerektiği ayrıntılı şekilde yer aldı.
Danıştay 10. Dairesinin kararında iki savcının, bir tetkik hakiminin ve Danıştay 10. Dairenin iki üyesinin aksi kanaatte olması kimimizi gelecek için ümitlendirdi.
Yine de bu iki karşı oyun “Bakın adil yargılama yapıldı, iki de karşı oy var” demek için yazılan bir senaryo olduğunu düşünenler de var. Onlara kızabilir miyiz?
Cumhurbaşkanı meşhur 9. Nolu Kararnamesi ile Anayasa’ya aykırı şekilde kendi kendisine yetki vermiş ve bu yetki ile 3718 sayılı kararını almıştır. Al gülüm, ver gülüm.
Oysa biz biliyoruz ki; Cumhurbaşkanının yasama yetkisine ilişkin bir konuda Cumhurbaşkanlığı kararnamesi çıkarma yetkisi yoktur. Bu nedenle Cumhurbaşkanının 19 Mart 2021 tarih 3718 sayılı İstanbul Sözleşmesi’ni fesheden kararı ile bu kararın dayanağı olan 15 Temmuz 2018 tarihli 9 sayılı Cumhurbaşkanlığı Kararnamesi Anayasaya aykırıdır.
Yetkide ve usulde paralellik ilkesi meslektaşlarımız tarafından Danıştay’da onlarca kez tekrar edildi. Bu ilkeler gereği; İstanbul Sözleşmesi, TBMM’nin 24 Kasım 2011 tarihli ve 6251 sayılı Uygun Bulma Kanunu ile 10 Şubat 2012 tarihinde onaylanarak yürürlüğe girdiğinden, TBMM’nin öncelikle geri çekilmeyi uygun bulan bir kanunu kabul etmesi, bu kanuna istinaden de Cumhurbaşkanının da Türkiye Cumhuriyeti adına geri çekilme iradesini yayınlaması gerekirdi.
Bir an için yukarıda verdiğim usule ve Anayasa’ya uygun şekilde Türkiye adına İstanbul Sözleşmesi’nden çekilmiş olsaydık hiçbir sorun kalmayacak mıydı? Tabii ki hayır.
Mesele sadece usul eksikliği değildir. Bir de bunun, Cumhurbaşkanı’nın yaptığı işlemin “amaç” yönü, yani “hangi kamu yararı” için bu imzanın çekildiği hususu var.
Yapılacak imza çekilmesi işleminin amacının da kamu yararı taşıması gerekir. Ülkemizde her gün öldürülen kadınlar ve LGBTQ+’lar için can simidi olan İstanbul Sözleşmesi’nden çekilmeye yönelik Cumhurbaşkanlığı Savunmanları kamu yararı olabilecek tek bir sebep dile getiremediler.
Danıştay’ın bu kararı kesin midir?
Danıştay 10. Dairesinin kararının kesin hüküm niteliği yok. Bu karar, Danıştay Dava Daireleri Kurulu nezdinde temyiz edilecek. Anayasa Mahkemesi ve Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi’ne başvuru haklarımız da mevcut.
Kadınların tüm bunları bekleyecek kadar zamanları var mı?
Bizim bildiğimizi Danıştay üyeleri bilmiyor mu?
Bütün hukuki argümanlarımızı esasen gayet iyi biliyorlar ancak nasıl seçildiklerini de biliyorlar.
Cumhurbaşkanlığı işlemlerinin içerik olarak usul ve esas yönünden denetleyemeyeceklerine dair karar çok tehlikeli. Mahkemenin tavrı Türkiye’deki şu an tüm sözleşmeleri, kanunları ve özgürlük alanlarının hepsini riske atıyor.
Türkiye’de bizler haklarımızı kolay kazanmadık. Bizler her gün öldürülmeyi göze olarak yaşamaya çalışanlarız.
Bu nedenle İstanbul Sözleşmesi gibi insan hak temelli Uluslararası Sözleşmeler ile birlikte 6284 Sayılı kanun ve Medeni Kanun başta olmak üzere tüm haklarımızı bir adım geriye düşmeden savunmaya devam edeceğiz.
Gelecek biziz.
İstanbul Sözleşmesi biziz.
Rukiye Leyla Süren