Kadın Cinayetlerini Durduracağız Platformu Kadın Meclisleri avukatı Leyla Süren'in Yarın Haber'de yayınlanan yazısını paylaşıyoruz.
***
Kadın Cinayetlerini Durduracağız Platformu Derneği’nin 1 Haziran'daki “kanuna ve ahlaka aykırı eylemleri(!)” nedeniyle kapatılma davasının ilk duruşmasında savunma heyeti olarak tüm savunmamız boyunca “bizler” kelimesini kullandık. “Bizler” derken kadınları ve LGBTİQ+’ları kastediyorduk. Bunu yaparken elbette bilinçli bir tercih yapıyorduk. Hakimin ve Türkiye’nin dört bir yanından gelen izleyiciler ile meslektaşlarımızın bunu fark edip edemeyeceği beklentilerimizin üzerinde bir konuydu. Ankara Barosu LGBTİQ+ Hakları Merkezi adına söz alan meslektaşımız müdahillik talebini iletirken bu “Bizler” kullanımını, LGBTİQ+'lar ile birlikte kadınları kastettiğimizi fark ettiklerini ve çok önemsediklerini bir hukukçu olarak dile getirdi. Evet Kadın Cinayetlerini Durduracağız Platformu Derneğine açılan kapatma davası sadece Derneğe karşı değil “bizlere” karşı açılan bir dava idi.
Bizler eşitlik ve yaşam hakkımız için Ağır Ceza Mahkemelerindeki dava takibi mesailerimize bir de Derneklerimizin kapatılma davalarını, Danıştay büyük salonlarında görülen İstanbul Sözleşmesi’nden hukuksuz imza çekilmesine karşı açılan iptal davalarını ekledik.
…
Bu yazının yazıldığı gün gazeteler, evin dışında yine polisler varken içeride bir erkek tarafından öldürülen kadınları haberleştiren manşetlerle dolu.
Evet. “Bizler” Türkiye'de öldürülen, koruma kararlarına rağmen korunamayanlarız.
2021 yılı Mart ayında Cumhurbaşkanı bir gece sabaha karşı “İmzamı çektim” diyerek can simidimizi elimizden almaya kalkıştı.
Bir yılı aşkın süredir bunu konuşuyoruz. Hukuki argümanlarla konuşuyoruz, hukuk anlatıyoruz. Oysa yine bizler biliyoruz ki yaşadıklarımızın hukukla hiçbir ilgisi yok. Her zaman haykırdığımız gibi politik bir kararla, politik bir davanın tam ortasındayız. Kadın cinayetlerinin politik olması gibi İstanbul Sözleşmesi ile ilgili imza çekilmesi de politik bir karardır.
Anayasa’ya göre geçersiz bir karardır. Yok hükmündedir. Nitekim Danıştay Savcıları da İstanbul Sözleşmesi’nden imza çekilmesinin hukuka aykırı olduğunu mütalaalarda dile getirdiler.
Cumhurbaşkanlığının Türkiye Büyük Millet Meclisi tarafından kanunla yürürlüğe konulmuş bu uluslararası sözleşmeden tek imzayla çekilme yetkisi yoktur. Anayasa’da düzenlenmeyen bu yetkiyi kendi kendisine veremez. Nitekim TBMM tarafından kabul edilen İstanbul Sözleşmesi’nin yürürlük kanunu hala geçerli. Sözleşmenin artık geçerliği olmadığını söylüyorlar ancak yürürlük kanunu hala yürürlükte! Bir Aziz Nesin hikayesinin tam ortasındayız ancak hiç komik değil. Çünkü bu hikayede kadınlar ve LGBTİQ+’lar öldürülüyorlar.
Bizler eşitlik istiyoruz. Bizler yaşamak istiyoruz. Bizler hukuki güvenlik istiyoruz.
Bizler 2022 yılında hala eşitlik için mücadele ediyoruz. Danıştay’daki duruşmalarda söz alan meslektaşlarımın davaya hazırlıkları ve iddia/savunma becerileri gerçekten gurur vericiydi. Bu duruşmaların gelecekte hukuk fakültelerinde hem mesleki tecrübe hem de hukuk tarihi açısından ders olacağına inanıyorum. Özellikle EŞİK Bileşenleri içinde olan kurumlar ve meslektaşlarımızın gerek davalara olan hakimiyetleri gerekse hukuki bilgi aktarımlarını izlemek bir kadın hukukçu olarak gururlandığım anlardandı. Sadece dava hazırlığı ve duruşma salonu hakimiyetiyle kalmayıp Türkiye’nin her yerinden katılımcıların ulaşım çözümlerinden basın açıklamalarına kadar başarılı planlamalarla önemli bir görev üstlenildi.
Cumhurbaşkanlığı adına konuşan kadın meslektaşımız ise bir iki cümleyi saymazsak neredeyse hiç konuşmadı. Cumhurbaşkanlığı adına konuşan erkek bürokrat ise zaman zaman saygısızlığa varan, tahrik edici üslubu ile kötü bir sınav verdi. Biz ise kendisini dinlerken daha sabrımızla daha büyük bir sınav verdik.
Duruşmalarda Barolar ve davacılar adına konuşan meslektaşlarım Anayasa’daki usule aykırı imza çekilmesi hususunun hemen yanı başında çok önemli bir soru sordular,
İnsan hakkı temelli ve adında ‘kadına yönelik şiddetin engellenmesi’ olan bu sözleşmeden imza çekilmesinin amacı neydi? Çünkü Anayasa sadece usul ile ilgilenmez, amacı da sorgular. Yapılan işlemde “Kamu yararı” arar.
İstanbul Sözleşmesi gibi insan hak temelli ve kadına yönelik şiddeti engelleme amacı taşıyan bizlerin can simidi olan böyle bir sözleşmeden Cumhurbaşkanlığı imzasını neden çeker? Buradaki amaç nedir? Elbette hepimiz nedenini hukuksuz bu eylemin amacını gayet iyi biliyoruz. Hukukçular bıkmadan usanmadan “hangi kamu yararı” için imzanın çekildiğini tüm duruşmalarda sordular.
Cumhurbaşkanlığı adına savunma yapan erkek bürokrat –yanılmıyorsam eğer ilk duruşmada- bu haklı sorulara verdiği cevabın bir cümlesiyle beni dehşete düşürdü.
“Sayın Cumhurbaşkanlığının niyetini, amacını biz sorgulayamayız”
Evet, bu minvalde bir cevaptı ağzından çıkan. İnanamadım duyduklarıma. Etrafımdaki kadınlar da şaşkın ve öfkeliydiler benim gibi. Bir hukukçu olarak söylenenin ne anlama geldiğini bilmek canımı acıttı. O birkaç saniyede ülkemizde son 20 yılda yaşadıklarımızın bizleri getirdiği durumu tüm çıplaklığı ile tekrar hissettik.
“O en baş erkek öyle buyurmuş ise kim sorgulayabilirdi?”
Bu demektir ki, Cumhurbaşkanlığı bir işlem yaptığında amacını hukuken sorgulanması hele hele mahkemede sorgulanması ne haddimizdeydi.
Sonraki duruşmalarda da meslektaşlarımız bu cümleyi hatırlattılar, tekrar ve tekrar sordular. İmzanın çekilmesindeki amaç neydi? Cumhurbaşkanlığı adına verilen dilekçede de var olan cümle okunarak tekrar soruldu. Çünkü dilekçede de aynı şey söyleniyordu.
Cumhurbaşkanlığı adına konuşan erkek aslında böyle bir şey söylemediklerini, o cümleden de öyle bir anlam çıkmadığını, yazdıklarının çarpıtıldığını iddia etti. Oysa okunan onların cümleleri idi.
Danıştay’daki davaların bir bölümünün duruşmaları bitti ancak İstanbul Sözleşmesi’nden neden imza çekildiğiyle ilgili tek kelime etmediler.
Aslında bu konuda hiç konuşmayarak yine şunu söylediler;
“Biz kimiz ki Cumhurbaşkanı’nın amacını sorgulayalım”
Bürokratları en baş erkeği sorgulamayabilirler ama bizler sormaya ve direnmeye devam ettik. Son duruşmadan önce gece yarısı gelen emirle Türkiye’nin her yerinden saatlerce yoldan gelen bizler Danıştay’ın bahçesine bile alınmadık. Yol kenarlarına sürüklendik. Yine de yılmadık, Danıştay’ın en büyük salonunu her zamanki gibi doldurduk.
İşte bu nedenle sormaktan vazgeçmeyen “bizler”, İstanbul Sözleşmesi ile ilgili Danıştay duruşmalarının kazananlarıyız.
Artık Danıştay’daki davayı hüküm başlığı altında da kazanmak istiyoruz. Çünkü hukuken yürürlükte olan Sözleşmemizin sözde kaldırılmasının toplumda yarattığı karanlığın içindeyiz. Hukuka uygun olanı, eşitliği, yaşam hakkımızı kısaca adaleti Godot’u bekler gibi bekliyoruz.