Son dönemde sokak, market gibi çeşitli farklı kamusal alanlarda çıplak halde bulunan insanların görüntüleri sosyal medyada dolaşmaya başladı. Birbiri ile ilgisi bulunduğuna dair elimizde herhangi bir veri olmayan, ne zaman ve nerede çekildiği kimisinde net bile olmayan birtakım çıplak insan görüntüleri yayılıyor. Bu videolar üzerinden “Bize ne oluyor böyle, ahlak, namus kalmadı” gibi söylemler üretildiğini ve bu tekil olayların köpürtüldüğünü görüyoruz. Sosyal medyada bilinçli bir şekilde sanki bu görüntüler üzerinden toplumda infial yaratılıyormuş havası estiriliyor. Bu tekil olayların sanki sistematik bir şeymiş gibi gündemde tutulmaya çalışılması, bir endişe de yaratıyor. “Acaba başımıza ahlak polisi mi dikecekler, bunun hazırlığı mı yapılıyor?” şeklinde kaygılar var.
Dönem dönem bu tür bilinçli yükseltilen gündemler karşımıza çıktığı için halihazırdaki kaygıların pek de komplo teorisi sayılamayacağını söyleyebiliriz. Gerçeklik payı var çünkü mevcut siyasi iktidarın bir yöntemi haline geldi bu durum. En temel haklar bile önce bir trol ordusunun harekete geçirilmesiyle sanki bunlara karşı olan büyük bir kesim varmış gibi sosyal medyada lanse ediliyor. Daha sonra da siyasi iktidar tarafından bu durum bahane edilerek yasaklamalar, hakların kısıtlanması için girişimler başlatılıyor. Buna kılıf olarak da yaratılan sahte gündem gösteriliyor. İstanbul Sözleşmesi de böyle feshedilmedi mi? Sözleşmeden rahatsız olan bir avuç gerici, sanki toplumun çoğunluğuymuş gibi yansıtılıp “sözleşme toplum nezdinde kabul görmüyor” gibi gösterilerek fesih kararının altı doldurulmaya çalışılmadı mı?
Burada da benzer şekilde çıplak insan görüntülerinin art arda paylaşılıp “Bu ne rezalet?” denilerek gündem edilmeye çalışılması, haklı olarak “Bu gündem çabasının altında ne var?” kaygılarına yol açıyor. Halihazırdaki ahlak polislerinin sokaklara salınıp “ahlaksızlık” yaftası ile seküler hayatı tehdit etmeyeceğinin hiçbir garantisi yok. Burada amacımız felaket tellallığı yapmak elbette değil. Aksine bu ihtimallerin farkında olarak gerektiğinde karşılaşabileceğimiz baskılara hazır olabilmeyi anlatmaya çalışıyoruz.
Bu görüntüler temelde “ahlaksızlık” üzerinden tartışılıyor. Peki nedir ahlaksız olan? Ya da ahlak göreceli midir? Tüm insanlığın ortak bir evrensel ahlak anlayışı olabilir mi? Esasında toplumsal ahlak kurallarının koyucusu insanlardır. Bu kurallar subjektif ve çıkarlara göre esnek olabilir. İnsanlar dün “hayır” dediğine bugün “evet” diyebilir. Peki bu neye dayanıyor? Tarihte ahlak kavramı daima özgürlük kavramı ile iç içe tartışılmıştır. Evrensel bir ahlaktan bahsedenler; bir davranış kendi çıkarlarımıza ters bile olsa, özgürlüğümüzü bile kısıtlasa onu yapmak gerektiğini söyler. Özgür olmanın bir koşulu da kendi çıkarlarını ayaklar altına almaktır. Otobüste yaşlı bir teyzeye yer vermek buna örnek olarak verilebilir. Ahlak kurallarının özgürlüğü kısıtladığından bahsedenler ile, esas özgürlüğün evrensel bir ahlaka ulaşarak gelebileceğini savunanlar birbiri ile çatışmıştır. Ancak tabii ki bu tartışmalar toplumların siyasi yapısından ayrı ele alınamaz. Otoriter yönetimlerin, gerici iktidarların olduğu toplumlarda, toplumsal ahlak kurallarının iktidarın siyasi görüşleri doğrultusunda şekillendirilmeye çalışıldığını görürüz.
Elbette bir yanıyla da sınıflı bir toplumda yaşadığımızı unutmadan bu değerlendirmeleri yapmalıyız. Altyapı yani üretim biçiminin oluşturduğu sınıfsal durum üstyapı denen hukuk, ahlak, siyaset, sanat gibi pek çok unsuru belirler. Örneğin “Adalet mülkün temelidir.” sözünde olduğu gibi bir üstyapı kurumu olan hukuk, egemen sınıfın çıkarlarına göre şekillenir. Tam da bu nedenle toplumsal ahlak kuralları da kapitalist toplumda esasında mülkün temelidir. Egemen sınıfa ait ahlaki değerlerin sanki herkesin çıkarınaymış gibi gösterilmesi buna bir örnektir. Üstyapı kurumları, altyapıdaki üretim ilişkilerini muhafaza etmek için altyapıyı yani sınıfsal ilişkileri kullanır. Mesela aç bir insanın yiyecek çalmasının ayıplanması, ahlakın sınıfsal olarak biçimlendirilmesine bir örnektir. Tıpkı Bertolt Brecht'in "İnsan Neyle Yaşar" şiirinde dediği gibi:
"Sayın baylar bize hep ders verirsiniz.
‘Aman, günah, ayıp, kötü, yanlış.’
Aç karnına kuru öğüt çekilmez.
Önce doyur beni, ondan sonra konuş.
Sende göbek, bizde ahlâk nedense.
Şimdi bizi iyice dinle bak;
İster şöyle düşün, istersen böyle:
Önce ekmek gelir, sonra ahlâk.
Artık vermek gerek, unutmayın sakın,
Tüm nimetlerden, payını yoksulların."
Seküler ahlak anlayışları olan toplumlar da olmakla birlikte genellikle toplumların ahlak anlayışları yukarıda bahsettiğimiz şekilde sınıfsal ayrımlara, ayrıca geleneklere ve dini inanışlara da dayanır. Toplumsal cinsiyet rolleri de elbette ahlak kuralları üzerinde etkilidir. Kadınların kılık kıyafetleri ya da davranışları nedeniyle “ahlaksız” ilan edilmesinin altında toplumsal cinsiyet eşitsizliği yatar. “Namus” da benzer şekilde toplumsal cinsiyet eşitsizliği temelli olarak kadınlara uyması gereken erkek egemen ahlak kurallarını dayatmanın bir kavramı haline getirilmiştir. LGBTİQ+’lara yönelik “ahlaksızlık” söylemleri de aynı şekilde toplumsal cinsiyet temelli ayrımcılığın bir başka yansımasıdır.
Tüm bunları birlikte değerlendirdiğimizde günümüzde “genel ahlak” denen olgunun gerek sınıfsal, gerek toplumsal cinsiyet rolleri bakımından egemen olanların çıkarına işleyen bir mekanizma haline getirildiğini söylemek yanlış olmaz. Siyasi iktidarlar da tüm bu eşitsizlik ilişkilerine dayanarak işlerine gelmeyen tüm kesimleri “ahlaksız” ilan eder, böylece baskıcı politikalar uygulamanın yolunu açmaya çalışır. Ülkemizde de yazımızın başında değindiğimiz örnekler bunla ilişkilidir. Sokak ortasında çıplak gezilmesinden rahatsız olunduğu kadar, sokak ortasında kadınların öldürülmesinden rahatsız olunmaması tam da bu nedenledir. Her türlü hikayenin paylaşıldığı bir sosyal medya mecrası olan TikTok’ta kurgu bir doğum hikayesi anlatılmasından rahatsız olunduğu kadar, LGBTİQ+’ların baskılanmasından rahatsız olunmaması da buna bir örnektir. Tüm bunlara karşı mücadele eden bizlerin de “genel ahlak” adı altında dayatılanın kimin çıkarına olduğunu iyi tartarak adım atması kaçınılmazdır.