Göçmen Sorunu ve Eşitlikçi Feminizm

Yıllardır üzerine politikalar geliştirilmiş olması gerektiği halde, bu yapılmadığı için bir süredir ülke gündeminde yoğun bir şekilde tartışılan bir konumuz var: Göçmenler, sığınmacılar.


Siyasi iktidar ve bölgede savaşı körükleyen emperyalist ülkeler yıllardır savaş politikalarından bir adım geri durmadılar. Bu savaşların elbette büyük bedelleri var. Milyonlarca insanın göç etmek zorunda kalması bu bedellerden sadece bir tanesi. Avrupa Birliği bu savaşlarda payları yokmuşçasına kapılarını kapattı. Göç etmek zorunda bırakılmış insanları tutması için de Türkiye’yi fonladı. AKP de attığı adımları, fonların akışı kesilmesin diye misafirperverlik ve din kardeşliği hikayeleriyle meşrulaştırdı. AKP hiçbir statüsü olmayan, uydurulmuş bir “misafirlik” kavramı ile geçiştirilen milyonlarca göçmeni, hem iç hem dış politikada elini güçlendirecek bir silah gibi kullanıyor. O dönemde üç maymunu oynayan siyasetçiler de şimdi tacize duyarlılık ve milliyetçilik sosu ile bu sonuçları nasıl lehimize çevirebiliriz yarışındalar. Muhalefetin kimi kesimleri en zayıf halka olan göçmenleri feda etmeye, “Göçmenleri göndereceğiz” diyerek siyaset yapmaya başladı.


Bu tepkiler kimi zaman tacize karşı gibi görünse de aslında yabancı düşmanlığına ve ırkçılığa yarıyor. Kimileri gördüğü üzerinden endişesini, kaygısını paylaşıyor. Bu tepkiler de siyasi bir hamle olarak düşmanlıkla göçmenlere yönlendiriliyor. Düzenli olarak göçmenlere yönelik nefret körükleniyor. Bunun bedellerinin ağır olacağını görmemiz gerekir. Siyasi tarihimiz hiçbir politik sorunun provokasyon çığırtkanlığı ile çözülemeyeceğini bize gösterecek kadar felaketlerle doludur.


Taciz suçtur. Fakat hiçbir suç, fail ile aynı etnik kökenden gelenlerin tamamına mal edilemez.


Farklı ülkelerden Türkiye’ye göç eden, göç etmek zorunda bırakılan ya da sığınan erkeklerin faili olduğu taciz videoları peşpeşe sosyal medyada yayınlandı. Görüntüler sosyal medyada haklı olarak çok tepki topladı ve giderilmesi gereken endişeler doğurdu. Kimileri tarafından bu görüntüler üzerinden göçmen erkeklerin tamamının tacizci olduğu kanaatine varıldı ve göçmenlerin tamamının geri gönderilmeleri gerektiği tek çözüm önerisi olarak gösterildi. İçişleri Bakanlığı ise sadece “İnsanlar selfie çekiyorlar, arkada kadınlar görünüyorsa bu onların suçu mu?” gibi tacizin önünü açmaktan başka bir şeye yol açmayacak söylemlerde bulundu. Bu iki ele alışın da yanlış olduğu çok açık. Siyasi iktidar kendi sorumluluğundan kaçıyor, muhalefetin bir kısmı da sorunun esas kaynağını gizliyor. Böylece toplumsal cinsiyet eşitsizliği sonucu ortaya çıkan şiddet ve taciz olaylarına yükselen tepki, tüm göçmenlerin gönderilmesine gerekçe olarak yönlendiriliyor. Bu yabancı düşmanlığıdır. Hiçbir suçun cezası, o etnik kökene ait tüm insanların sınırdışı edilmesi olamaz.


Çekilen videolar tacizdir, çeken suç işleyenlere gereken yaptırımlar uygulanmalıdır. Çekilen görüntülerin faillerinin ceza alması için, toplumsal cinsiyet eşitliği için yıllardır mücadele ediyoruz, edeceğiz. Şimdi popüler diye herkesin gündeminde olan tacizlere ve şiddete karşı bizler yıllardır mücadele ediyoruz. Kamuoyunda tartışılanlar şu an taciz gibi görünse de aslında tüm göçmenlerin gönderilmesidir. Bu suçun cezası suçluya aittir, suçlunun etnik kökeninde olan tüm insanlara mal edilemez. Dolayısıyla sebebi ve sonucu görüyor, bu nedenle eşitlikçi feminizm çerçevesinden meseleye bütünlüklü yaklaşıyoruz.


Kadınların eşitsizliğine karşı olmak, tüm eşitsizliklere karşı olmayı gerektirir.


Kadınların mücadelesi, yıllardır bu ülkede iktidar karşısında geri adım atmayan ve büyümesi yadsınamayan bir güç. Ancak bu olayların tam da bu dönemde arka arkaya sıralanıyor olması, "Nerede bu kadın örgütleri?" söylemlerinin ortaya çıkması tesadüf değil. Yine bu dönemde Bayram Sokak’ta translara yönelik taciz gündeme geldi. Bizi, kadın hareketini, feministleri ve LGBTİQ+ örgütlenmelerini göreve çağıranlara bir bakın! İstanbul Sözleşmesi ile alay eden, onur yürüyüşlerinde yerlerde sürüklenen translara ağız dolusu hakaretler savuran, siyasi muhataplarını "erkek erkeğe" dövüşmeye davet edenler ve bu görüşü savunan sosyal medya hesaplarının şimdilerde “Hadi bunlara ses çıkarmıyor musunuz?” telkinlerini ikiyüzlülükten bağımsız ele alabilir miyiz?


Eşitlikçi feministler olarak iktidarın/erkeklerin/patronların çıkarları uğruna oluşturulan tüm eşitsizlikleri ve ayrımcılıkları ortadan kaldırmak için mücadele ediyoruz. Bu nedenle ortaya çıkan bir suça karşı ırkçılığın körüklendiği bir dönemde olayları ele alışımız ve yapacağımız paylaşımların ırkçılığa ve yabancı düşmanlığına değinmemesi bizim açımızdan mümkün değil. Yaşanan bu olayların sonunda, şiddete karşı öfkenin faile değil farklı etnik kökene ve nihayetinde tüm göçmen ve sığınmacılar üzerine yöneltilmesi ne açıdan doğrulanabilir? Şiddet faili erkekler, bu durumda olmamıza yol açan siyasi iktidar ve şu anda karşılaşılan olgularda etkin süreç işletme sorumluluğu olan tüm yetkililere hiçbir açıdan dokunmadan tüm göçmenler gitsin demek ne kadar tutarlı? Bu yüzden bu konuyu tüm yönleriyle ele almak, insanların tepkilerinin yönlendirilmeye çalışıldığı hedefi açıkça ortaya koymak durumundayız.


Ortaya atılan yaklaşımların somut yanıtı, yıllardır emek verdiğimiz verilerimizdedir.


Mevcut tartışmalara getirilen yaklaşımlardan birisi de göçmenler geldiğinde kadına yönelik şiddetin, tacizlerin ve çocuk istismarının arttığına dair. Sosyolojik değerlendirmeler o konudaki veriler ışığında ele alınmalı ve ortaya konmalıdır. “Erkekler de kadınlar kadar öldürülüyor” gibi safsataları duymaya alışık olduğumuz için verilerle konuşmak isteriz. Kadın Cinayetlerini Durduracağız Platformu yıllarca bu tip söylemlerin karşılığı olmadığını ortaya koymak için de veri tutmuştur. Kadınlar en çok bu coğrafyadaki yerli erkekler tarafından öldürülüyor, göçmen erkekler tarafından değil. Çok açık ki, kadına yönelik şiddeti ve bu suçları etnik kökene mal etmek manipülasyondur. Bu söylem, sorunun esas kaynağının üstünü örtmekten başka bir işe yaramaz.


Bizler yalnızca haberler paylaşan bir sosyal medya hesabı değiliz. Bizler Kadın Meclisleri olarak yaptığımız tüm paylaşımlarda, paylaşıma konu olayın ne zaman gerçekleştiğini ve diğer detayları teyit etme ihtiyacı hissediyoruz. Türkiye’de herhangi bir olay üzerinden toplum manipüle edilmek ve linç kültürü oluşturulmak istendiğinde, zamandan ve mekandan bağımsız tüm verilerin nasıl kullanıldığı hepimizin malumu olan bir konudur. Bu sebeple “doğru bilgiyi” olan ve olmayan tüm verileriyle olduğu gibi yayma konusundaki tutumumuzun her zaman savunucusu olacağız.


Göçmenlerin, bu coğrafyada statüsüz ve kölelik koşullarına mahkum bırakılması suçtur.


Göçmenlerin “misafirlik” gibi uyduruk statülerle ülkeye girişlerinin bir diğer sorunlu boyutu bu. Bu durum ülkeye giren sığınmacıların, savaş suçlusu ya da kadına yönelik şiddet suçlusu olup olmadığına dahi hiç bakılmaksızın, kayıtsız ve siyasi iktidarın işine gelen bir biçimde tabiri caizse doldurulması anlamına geliyor. Toplumun hiçbir zaman güvenemediği kayıtsızlıkla, bu yüzyılda bile işletilen kölelik ve güvencesizlik bu topraklarda yaşamaya çalışan sığınmacılar için birlikte işliyor . Her durumda, bir etnik kökenin “doğal olarak” ya da “kültürüne bağlı olarak” suçlu ilan edilmesi maddi olarak mümkün değildir. Bu bizim yaşadığımız toplumda olmayan, dışarıdan gelen bir kötülük değil, dünyanın tüm coğrafyalarında olan toplumsal cinsiyet eşitsizliğinin sonucudur. Ortadaki tek sorun o videolar değil. Başka bir coğrafyada “yabancı olarak” yaşamanın zorluğunu, gurbette yaşayan akrabaları olan herkes bilir. Bugün oldukça yüksek sayıda Almanya’da yaşayan göçmenler yıllarca kendilerine “doğal suçlu” yakıştırmalarının haksızlığını dile getirmedi mi? Onlar bu ayrımcılıklara karşı mücadele etmedi mi? Bugün de bu coğrafyada yaşayan farklı etnik kökenli insanlar aynı sorunu yaşamıyor mu? Emeğiyle geçinen insanların yaşam koşullarını içinde bulunduğu sınırlar değil kapitalist üretim ilişkileri belirliyor. Bugün göçmenleri köle gibi çalıştıran da bu sistemin ta kendisidir. Karşı olunacak olgu budur.


Bir suçu, suçludan bağımsız bir ulusa, etnik kökene ya da kimliğe atfetmek, yarın başka bir eşitsizliği yaşayan kadınlara da yönelecek olan bir tehdittir. Biz de hep kadın olduğumuz için suçlu, yollu, davetkar ve cezası kesilecek olan olmadık mı? Bundan kaçınmak şarttır. Suçların cezası evrensel hukuka göre adil olarak belirlenir. Bunun dışındaki ceza yöntemlerini savunmak tutarlılık gereği mümkün değildir.


Toplumsal cinsiyet eşitsizliğinin üzerini örtmelerine izin vermeyelim.


Ülkeler arasında kültürel, hukuki, politik koşullar farklılık gösterebilir. Ancak Türkiye’de yaşayan kültürlerde olduğu gibi, göçmenlerin kültürleri de bu sorunların esas kaynağı değil. Unutmayalım kültür inşa edilir ve değişebilir. Bu değişimi savunmalıyız, mutlak görmemeliyiz. Yoksa yıllarca Türkiye’den başka ülkelere göç edenlerin diğer ülkelerde uğradığı ayrımcılık ve ırkçılığı da meşrulaştırmış oluruz. Bu sebeple esas kavga, toplumsal cinsiyet eşitsizliğinin tarafı olan özne erkekler ve toplum düzenini eşitlikçi politikalarla şekillendirmeyen siyasi muhataplarımızla olmalı.


Tacize karşı gösterilen haklı tepkiler yabancı düşmanlığına ve ırkçılığa kapı aralayacak bir araç olarak kullanılamaz. Her krizden “fırsat” yaratmak Türkiye siyasetinin bir geleneği haline gelmiş durumda. Görmemiz gerekir ki bu geleneğe karşı durmak, akılcı politikalar üretilmesini sağlamakla mümkündür. Hiçbir taciz ve şiddet vakası kabul edilemez. Bunun kabul edilemez olduğu gibi taciz ve şiddete karşı olan toplumsal tepki de hiçbir siyasi manipülasyona alet edilemez. Her konuda olduğu gibi göçmen meselesi de bütünlüklü şekilde ele alınmalıdır. Bu nedenle bizim mücadelemiz savaşlar çıkaranların oradan oraya sürüklediği insanların üzerine değil, sistemin "bekası" için politika üretenler ile olacaktır. Öfkemizi göç edene değil, göç ettirenlere ve bu eşitsizlikleri yaratanlara yöneltelim. Tüm eşitsizlikleri ortadan kaldırmanın tek yolu budur.