Egemenlerin Savaşlarının Tarafı Olmayacağız

Türkiye halklarının oldukça alışkın olduğu sıcak savaş gerçeği, Rusya-Ukrayna arasındaki gerilimin patlak vermesi ile tüm dünyanın gündemine girdi. Kadını, erkeği, genci ya da yaşlısı fark etmeksizin herkes savaşın vahşi yanından dem vurdu. Emekçi halkların her zaman savaş hakkında diyecek sözleri vardır. Çünkü savaşın yıkıcılığı ile en ağır şekilde yüzleşenler onlardır. Savaşın kimi etkisi el bombası kadar ani, kimisi zamanla ama hepsi de emekçi halkların yaşamlarının merkezine düşer. Dünyanın neresinde olursa olsun, savaş bütün bunların yanında kadınlar ve çocuklar için bambaşka anlamlara da gelir.

NATO’nun tüm kışkırtmaları ile birlikte, Rusya ve Ukrayna arasındaki tansiyonun bir süredir yükseltilmesi sıcak savaşın başlamasına sebep oldu. Günlerdir sürekli bombalanan sivil alanları, hastaneleri, evleri görmek dünyayı dehşete düşürüyor. Savaşın kabusuna, maddi-manevi sonuçlarına maruz kalanlar da elbette yurttaşlar oluyor. Rusya’nın Ukrayna’daki birçok bölgeyi bombalaması sonucu yaralanan ve hayatlarını kaybeden pek çok insan oldu. Ancak savaşın yarattığı tek sorun yaşamlarımızın risk altında olması da değil. Sağlıktan ekonomiye kadar pek çok alanda sorunların ortaya çıktığını görüyoruz. Emekçi halkın cebinde olması gereken para emperyalist amaçlar uğruna silahlara, askerlere, türlü savaş aletlerine saçılıyor. Halk temel ihtiyaçların temininde zorluk çekiyor, iki ülkenin de ekonomisi hiç iyiye gitmiyor. Avrupa ülkelerinin, ABD’nin savaş kışkırtmaları ardından boykot yöntemi ile Rusya’ya uyguladığı ambargo, Rusya’nın egemenlerini değil halkını ilgilendiriyor. Her halükarda elde edilecek “kazanımın” toplumun yararına olduğu yalanıyla meşru zemine oturtulmak istenen savaşları kazanan olmayacaktır, tüm bu sorunlar yine emekçi halkın tepesine çökecektir.

Savaşın diğer etkilerini konuşmaya bir boşluk dahi kalmıyor. Barış içinde ve eşitçe yaşamaya hakkı olan çocuklar temel haklarından mahrum bırakılıyor. Ataerkil sistemde savaş koşulları, kadınların eşitlik ve özgürlüklerine yönelik yeni tehditler doğuruyor. Bu tehditlerden biri, günlük hayat içerisinde de şiddetin artması oluyor. Bir ülkenin ordusunun diğeri ile çatıştığı savaş sürecinde toplum içerisinde de ileri düzey şiddet meşrulaşabilir. Çatışma ortamında öldürmek ve öldürülmek yadsınan bir durum olmaktan çıkabilir. Yaşam alanlarına bombaların atıldığı, ülke sınırlarını korumanın siyasi irade için en büyük ve tek kaygı haline geldiği bir yerde toplumsal düzeni korumak hayli zorlaşır. Bu nedenle savaşın tüm zorluklarıyla beraber, toplumsal cinsiyet eşitsizliği temelli şiddet de artar. Sivillerin kendilerini ve yaşam alanlarını korumak istemeleri nedeniyle silahlanmanın kolaylaşması, suç işlemenin de kolaylaşması anlamına gelir. Dolayısıyla savaşta da kadınların yaşamlarını tehdit eden şey sadece öteki ülkenin saldırı ihtimali olmaz. Ayrıca cinsel şiddet bir tür cezalandırma veya baskı aracı olarak da yaygınlaşabilir. Sıcak savaşlarda bir güç gösterisi olarak asker veya sivillerin zor durumlardaki kadınlara cinsel şiddet uyguladığı bir sır değil. Eşitsizliğin hakim olduğu bir dünyada, savaş döneminde de herhangi bir motivasyonla şiddet uygulamanın en meşru görüldüğü bedenler her zaman kadınların ve çocukların olur.

Ukrayna’da savaş çıkar çıkmaz sosyal medyada kendisini gösteren kadın düşmanlığı hiç vakit kaybetmeden bizi başka bir tehditle yüzleştirdi. Savaş gibi insanlığı çaresiz bırakan şartlardan kaçmak isteyen kadınlara “ganimet” muamelesi yapıldı. Her türlü kriz ortamında kadınlara yönelik cinsel şiddet uygulama tehdidinin bu kadar kolay ifade edilebilmesi tesadüf değil. Toplumsal cinsiyet eşitsizliği nedeniyle kadınların en yakınındaki erkeğe ait bir aparat olarak nitelendirilmesi, hayatın her alanında mücadele ettiğimiz bir gerçek. Savaş gibi toplumsal düzeni alt üst eden dönemlerde de eşitsizlik sonucu ortaya çıkan bu gerçekler ileri safhalarda karşımıza çıkıyor ve şiddet tehditleri alenileşiyor. Sıcak savaş koşulları, sözde barış döneminde dahi düzenle savaşı süren kadınların mücadele ettiği eşitsizlik canavarını besliyor.

Ne yazık ki Ukrayna’da savaş çıkması ile kadınlara yönelik şiddet tehdidinin artması ilk değil. Suriye iç savaşından ya da Afganistan’ı Taliban’ın ele geçirmesinden sonra yaşanan göç dalgalarının ardındaki gerçekler Ukrayna’dan farksız. Kadın ve çocukların savaştan kaçarken göç yollarında kaçakçıların, askerlerin, sivillerin tecavüzüne maruz kaldıkları bir gerçek. Tanımadığı, hiçbir maddi ve manevi güvencesinin olmadığı bir ülkeye binbir mücadeleyle geldikten sonra insan kaçakçıları tarafından kaçırılan ve pazarlanan kadın ve çocukların hikayelerini de biliyoruz, tüm bunlara karşı kılını dahi kıpırdatmayanları da. Kadınlar göç sırasında tecavüze uğrama ihtimallerinin bilincinde oldukları için buna karşı önlemler almaya çalışıyor. Sağlık hizmetlerine ulaşabilir durumda olanlar, hamile kalmayı engellemek için iğne yaptırarak yola çıkıyor. Ancak politik koşullar engel oluştururken bireysel önlemler yetersiz kalıyor. İğne veya benzer tıbbi bir yönteme erişemeyen, tecavüze uğramayı ve sonrasındaki hamileliği göze alarak yola çıkan kadınlar var. Ukrayna’dan çıkmaya çalışan kadınlar da benzer tehditleri yaşıyor. Ülkeden ayrılan zor durumdaki göçmen kadınları Polonya ülke sınırında insan kaçakçılarının karşıladığı haberini görmemiz uzun sürmedi. Hangi coğrafyaya dönüp baksak emperyalistlerin savaşları, kadınları ve çocukları eşitsiz koşullara karşı sistematik önlemler olmadan çeşitli risklerle göç etmeye zorluyor. Patriyarkal kapitalizmin yıkılışıyla beraber tüm insanlığın anlamak zorunda olduğu gerçek; kadınların bedenlerinin erkeklerin savaş ganimeti olmadığıdır.

Kadınlar savaşın tüm vahşiliğiyle beraber artan eşitsizliğin getirdiği türlü engellerle de baş etmek zorunda kalıyor. İnsanlığa, tüm canlılara, doğaya zarardan başka bir şey getirmeyen ve mevcut eşitsizlikleri tırmandıran bir avuç emperyalistin savaşında ezilenler kadınlar, çocuklar ya da emekçi halk olmayacak. Eşitlikçi feministler daima savaşlara ve tüm eşitsizliklere karşı mücadelesini sürdürecek.