Kadın Cinayetlerinin Gizlenen Boyutu

Kadın Cinayetlerini Durduracağız Platformu Kadın Meclisleri Genel Temsilcisi Gülsüm Kav'ın Yarın Haber'de yayınlanan yazısını paylaşıyoruz.

***

İnsanlık tarihinde neredeyse hukuk keşfedildiğinden bu yana yaşam hakkı ihlalinin en ağır fiziksel şiddet türü ve en ağır hak ihlali olduğunu kabul ediyoruz. Öldürme ya da ölüme sebebiyet vermenin cezası hukuken de ağır, etik olarak da taşınması zor ağır bir yük… Hayatını kaybeden kişiyi geri getirmeyen ama en azından yakınlarının acısını hafifletebilecek tek şey, suçun cezasız kalmaması, adaletin sağlanması oluyor. Öte yandan gerekli cezanın uygulanması, bu ağır suçu işleyen failler eğer bir vicdan yükü taşıyorlarsa, bu zor yükü belki biraz hafifletecek tek çare. Yani olması gereken şey; “adaletin” bir kuru kavram değil, bir işleyiş biçimi olması da ancak böyle gerçekleşiyor. Ama bugün Türkiye’de ne öldürülen kadınlar ve yakınları adalete kavuşuyor, ne kadın katilleri en ufak bir vicdan yükü taşıyor, ne de devlet adaleti sağlama görevini yerine getiriyor…

Son dönemde kadınlara karşı işlenmiş suçlarda, hemen her gün yeni bir cezasızlık haberiyle karşılaşıyoruz. Tam da iktidarın bu suçlarda cezada ağırlaştırma getireceğini vadettiği yeni yargı paketinin gündemde olduğu bir zamanda yaşanan bu durum tutarsız olmakla birlikte, yargı paketinin kendisinde de “kravat indirimine” son verilirken “pişmanlık indirimi” adı altında aynı cezasızlığı devam ettirme eğilimini, aynı cezasızlık politikasını görüyoruz. Durumun diğer bir örneği de; bu yeni paket hazırlanırken yararlandıkları “TBMM Kadına Yönelik Şiddetin Sebeplerinin Tüm Yönleriyle Araştırılarak Alınması Gereken Tedbirlerin Belirlenmesi Amacıyla Kurulan Meclis Araştırması Komisyonu Raporu”.

Raporun böyle uzun bir başlığı olduğu gibi, kendisi de neredeyse 1000 sayfa… Şiddet tüm yönleriyle araştırılmaya da çalışılmış doğruya doğru… Örneğin kadın cinayetlerine “ femicide” kavramsallaştırmasını da kullanarak özel bir bölümde yer verilmesi, 6284’ün uygulanmasındaki yaşanan somut sorunlar ve çözüm önerilerinin yer alması olması gereken olumlu yönleri. Ve fakat satır aralarında söyledikleri ve hiç söylemedikleriyle öyle bir metin örneği var ki karşımızda; bin sayfa yazılmış ama boşuna dedirtiyor. Hakikaten verilen emeğe yazık; etken maddesi olmayan bir aşı gibi ya da ekmeği un yerine çimentoyla yapmak ve sonucunda herkesin aç kalması gibi. Esas mesele; şiddetin toplumsal cinsiyet eşitsizliğinin sonucu olması gerçeği yine örtülmeye çalışılıyor. Toplumsal ve politik olan konu yine bireyselleştirilip, alkol, madde kullanımı, ruh sağlığı sorunları ön plana çıkarılıp bireysel önlemlerden dem vurulurken, çözümün yine “zihniyet değişikliği” maddesi ile başlaması baştan kaybettiriyor. Yıllardır zihniyetin kendi kendine değişmeyeceğini, politik irade, yasaları uygulamada kararlılık, ona göre görevlendirmeler ve bu görevleri yerine getirmeler gerektirdiğini anlatıyoruz. Zihniyet denen ne olduğu anlaşılmayan mefhum yerine “toplumsal bilinç” ve “siyasi irade” şart.

Raporda kendine yer bulamayan, örtülen bir başka mühim konu şüpheli kadın ölümleri. Oysa Türkiye’de kadın cinayetlerinin gizlenen bir boyutu var; şüpheli ölümler. Son dönemde her gün cezasızlık haberleriyle eşzamanlı karşımıza çıkan ve giderek artan bu boyut, aynı öldüren cezasızlığın diğer yüzü gibi. İşte bu yüzden de şüpheli kadın ölümleri çok önemli bizler için.

Şüpheli kadın ölümleri, bir zamanlar kadın cinayetlerinde olduğu gibi kaydı tutulmayıp yok sayıldığı için cinayetlerin gizlenen boyutunu oluşturuyor. Oysa tek başına intihar diye kapanan, kaza diye az ceza verilen kadın davalarında daha sonra cinayetin kanıtlanması, bu olgunun varlığını açık ortaya koyuyor.

Hiç şüphesiz her şüpheli kadın ölümü kadın cinayeti olmayabilir. Ve olgunun anlaşılması güç bir doğası var. Şöyle ki; ölümün bilinen bir sınıflaması var; cinayet, intihar, doğal ölüm, kaza ve bunların hiçbirine uymayan durumlar için “belirsiz”, “şüpheli”, “sınıflandırılamayan” gibi farklı terimlerle adlandırılan türden söz ediyoruz. Diğer türleri akla getirebilecek somut bir delil olmadığında bu davalar, sıklıkla “intihar” denilip kapatılıyor. Gerçekte intihar olsaydı bile politik bir bağlamda araştırılmaları gerekirdi. Şu anda neredeyse her gün yaşanan kadınların yüksekten düşmeleri, tıpkı bir dönem Türkiye’de sık yaşanan kadın intiharları gibi politik toplumsal sebepler ile yaşanırdı. Bu anlamıyla intihar da, şüpheli ölümleri de aynı zamanda halk sağlığı sorunudur. Nitekim sorunu böyle ele alan ve gerileten ülkeler de var. Ama bugün yükseklerden düşen kadınlar intihar etmiyorlar, hep yanlarında güya onları tutmaya çalışmış ama tutamamış bir erkek oluyor. Failler “olay yeri yeniden sahneleme” diye adlandırılan yöntemle en sık “intihar süsü vermeye” başvuruyor ve olay yerini de ona göre düzenlemeye çalışabiliyorlar. Gerçekler böyle yaşanırken, hala ne yargıda ne iktidarda bir kadın şüpheli biçimde öldüğünde gerekli araştırmayı yapma iradesi yok. Tabi ki bu toplum adalete güvenmez.

Zor da olsa, birçok belirsizlik de içerse, gerçeği aydınlatmak mümkündür; sadece iyi bir soruşturmaya bakar. Bir kadın “zamansız”, “yersiz” yani hiçbir sağlık sorunu yok iken öldüğünde derin bir dikkat gerekiyor. Ayrıca eğer kadının yaşadığı şiddet öyküsü var ise, son dönemde ayrılık boşanma gibi bir karar alma süreci var ise, kadın evinde ölü bulunmuş ya da bir erkek tarafından bulunmuş ise yeteri kadar şüphe doğuyor. Bizde ise böyle durumlarda çoğu kez, kolluk durumu “şüpheli ölüm” diye kaydetse dahi, yargıda cinayet ihtimalini hiç akla getirmeyip kolayca “intihar” diye dosya kapatılabiliyor. Oysa etkin soruşturma yapan bir yargı olsa, her gün bu acı haberleri almazdık. Bir kadını öldürmenin vicdan yüküne bir de bunu gizlemeyi ekleyebilen insanlık suçlusu failler böyle rahatlamaz, cüretkar olamazdı. Şüpheli bir ölümü aydınlatmak, kötü katillerle bizim aramızda efsanevi bir mücadele olmak zorunda değil, iyi soruşturma ile devletin görevini yapmasıyla ortadan kalkabilecek ağır bir suç türüdür.

Devlet öldürülen kadınlara bunu borçludur. Her yeni şüpheli kadın ölümü haberi duyduğunda tüm toplumun beklentisi gerçeğin ortaya çıkması ve adaletin sağlanmasıdır. Kadınları tam bir kanunsuzluğa terk edip öldüren erkeklere tam bir cezasızlık kazandırdığı için her şüpheli ölüm önemlidir, derinlemesine araştırılmayı gerektirir. Gereken bu iken, şiddeti tüm yönleriyle araştırdığını iddia eden TBMM Raporu bin sayfanın bir yerinde bile kadınların şüpheli ölümlerinden söz etmiyor. Kadın cinayetlerine özel bölüm açmak iyi de, gizlenen boyutuyla hiç ilgilenmeyip yok saymak yine nereden baksan tutarsızlık…

Bu tutarsızlık adeta, iktidarın kadın politikalarının karakteristik özelliği olmuş durumda. En ileri reform İstanbul Sözleşmesi’nde geri adım atıp, reform yapacağını iddia etmesi gibi…

Bu yüzden, son dönemde şiddetle mücadele için attığını iddia ettiği adımların inandırıcı olması mümkün değil. Ve işte bu yüzden de, toplumun çok büyük bir çoğunluğu Türkiye’de adalet olmadığını düşünüyor, adalete inanmıyor.

Adaleti de, eşitliği ve özgürlüğü de ancak kendi ellerimizle getireceğiz.