Kadın Cinayetlerini Durduracağız Platformu Kadın Meclisleri Genel Sekreteri Fidan Ataselim'in yarinhaber.net/'te yayınlanan yazısını paylaşıyoruz.
***
Cumhurbaşkanı tek başına İstanbul Sözleşmesi’nden imzayı geri çektikten sonra ağzıyla kuş tutsa kadına yönelik şiddetle ilgili iyi bir şey yapacağına kadınları inandıramıyor. Çünkü siyaset sınanma meselesidir. Bir öyle bir böyle yaparak net bir tutum ortaya koyamıyor. Sonra gelsin sözde reformlar, gitsin paketlerle haklar. Kadınlar inanmamakta çok haklı çünkü her bir hamlenin hayatımıza nüfuz eden maddi karşılığı var.
Reform denilince ilerleme, gelişme akla gelirdi. Oysa şimdi siyasi iktidar bir reform diyorsa acaba neyimiz elden gidecek diye düşünmeye başlıyoruz. Bununla birlikte bir şeyi daha düşünmemiz gerekir. Mücadelemizle ne çok değişim var etmişiz ki siyasi iktidar gaza basamıyor, ayağı sürekli frende. Topluma kendini yeniden benimsetme gayesi olarak görüyorum tüm bu reform paketlerini. İstanbul Sözleşmesi’nin yürürlükten kalkacağı gün kadınlarla ilgili insan hakları eylem planı açıkladı. Mecliste o zamana kadar kurulmamış olan ‘kadına yönelik şiddeti araştırma komisyonu’ kuruldu, hızla tüm toplantılarını yaptı. İçişleri bakanı kadın cinayetleri bir azaldı dedi, bir arttı dedi. Sonuçta kadın cinayetlerini konuşmaya başladılar. 6284’ü hiç olmadığı kadar gündeme getirdiler. Yani “İstanbul Sözleşmesi yaşatır” sözünün ağırlığını hafifletmek için bin türlü şey yaptılar. Tüm bu süre içerisinde bizler de kadın cinayeti ve şüpheli kadın ölümlerini açıklamaya devam ettik. Tüm çelişkilerini bir bir ortaya serdik.
Şimdi de gelelim 8 Mart döneminde cumhurbaşkanının açıkladığı kadına yönelik şiddetle mücadelede yeni reform paketine. Siyasi iktidarın şimdiye kadar söylediklerimizi eğip büküp ‘makul ve makbul’ hale getirdiği ortada. Henüz kapağını dahi görmediğimiz haberlerden edindiğimiz bilgilere paketteki birçok şey sizlere tanıdık gelebilir. Yıllardır mücadelesi yürütülen cezasızlığın ortadan kaldırılması ile ilgili sorunlara çözüm gibi görünebilir. Sizlere neden öyle olmadığını anlatacağım:
- İstanbul Sözleşmesi’ni imzalayan siyasi iktidar kendisi tekrar İstanbul Sözleşmesi’nden imzayı geri çekiyorsa, buradan bir ilerleme çıkmaz.
- Bir ilerlemenin içerisinde olmadığımızı şuradan da görebiliriz: Yıllar önce 6284 sayılı kanun çıkarken hep beraber konuştuk, tartıştık ve yasa çıktı. Şimdi ise basına servis edilmiş bilgilere ancak ulaşabiliyoruz. O yılların da gerisinde güncel adımlar.
- Cumhurbaşkanının bunu KADEM toplantısında, yine kendi reformu olarak duyurması yasanın nasıl hazırlandığının göstergesidir. Halbuki bir yasal düzenleme yapılacaksa taraflarıyla, muhatabıyla birlikte oturulup yapılması gerekir. Yine kadın ve LGBTİQ+ örgütlerinin dahli olmayan, hiçbir detayını bilmediğimiz bir tasarıyla karşı karşıyayız.
- Ekonomik krizin içerisindeyken, en çok kadınlar yoksullaşırken “nafaka hakkını” sözde bir grup mağdur erkek için tartışmaya açtıkları bir dönemde bu sözde reformları gündeme getirmeleri de tesadüf değil.
- Ülkemizde siyasi iktidarın bir yasa yapma metoduna dönüşen torba kanun işleyişi, Medeni kanunun tahribini de bir tür kadına yönelik şiddete karşı yargı reformu diye süsleyip gizleyebilir.
- Pakette öncelikle cezalara çokça vurgu yapılmış. Ancak kadına yönelik şiddeti durdurmak için önce toplumsal cinsiyet eşitliğini hayatın her alanında tesis etmek gerekir. “Toplumsal cinsiyet eşitliği” denilemediği ve yerine başka şeyler konulduğu her durumda sorunun temel kaynağına inilemeyecektir. Dolayısıyla çözümden uzaklaşılacaktır.
- Cezadan önce korumanın önemle vurgulanması gerekiyor ancak pratikte çokça engelle karşılaşıyoruz. 6284 sayılı yasahala etkin uygulanmadığı için öldürülen kadınlar var. 6284’ü uygulamayanlarla ilgili soruşturmaları, yaptırımları görmek istiyoruz ancak böyle bir bakışın kırıntısı yok. Bu konuda da devletin kendi “amirini” kolladığı çok açık.
- Pakette ısrarlı takibin suç olacağı ifade ediliyor, ceza miktarına kadar da yazılmış. Israrlı takibin suç olması gerektiği belli fakat önerilen bu düzenlemedeki cezanın TCK 96. maddesindeki eziyet suçununi cezasından az olması dikkat çekici. Bir irade gösterilmek isteniyorsa TCK 96. maddenin uygulamada işlerlik kazanması yeterlidir. Ceza kanunun bu maddesi unutturulmaya çalışılıyor, biz unutmayalım.
- Kadına yönelik şiddet suçlarında cezada ağırlaştırma yapacaklarını söylüyorlar. “Kadına yönelik suç” tanım olarak geçmezken ya da nasıl geçeceği bilinemezken alkışlanacak hiçbir durum yok. En son örneği hatırlayalım, son infaz düzenlemesinin de kadına yönelik suçlarda ve çocuk istismarı suçlarında geçerli olmayacağını söylediler. Uygulanan ise hiç öyle olmadı.
- İndirimlerin bir kısmının kaldırılacağını söyledikleri günler, tam da takip ettiğimiz davalarda faillerin tahliye haberlerini en çok aldığımız günler oldu. Mevcut yasalar bile uygulanmazken yeni düzenleme vaadi vermek gerçek dışı.
Bizim Anayasa, ceza kanunu vs. diğer kanunlarla ilgili çağdaş, ilerici, eşitlikçi ve özgürlükçü daha nice önerilerimiz var. Kimi zaman çalışmasını yürütüp dile getirdiğimiz, kimi zaman söylemekten geri durduğumuz... İstanbul Sözleşmesi’nden imza geri çekildiğinde mevcut Anayasayı bile uygulamayan, hiçe sayan bir iktidarla karşı karşıya olduğumuz ortaya çıktı, bu nedenle eksik de olsa “Anayasayı, Yasayı, Sözleşmeyi Uygula” dedik. Bugün de tüm kadınlarla, tüm taraflarıyla yapılmayan tasarılara karşı, eksik de olsa, yanlış da uygulansa “Yasalara dokunma, uygula” diyoruz.
Şimdi önümüze getirilen ve reform diye bahsedilen önerileri bir de şu güncel olaylar üzerinden tekrar düşünelim. Birkaç gündür herkes Hatice Kaçmaz davasıyla ilgili Yargıtay’ın onadığı kararı konuşuyor. Yani 2014’te Orhan Münis tarafından 15 yerinden bıçaklanarak öldürülen, 112’ye bıraktığı ses kayıtlarının kulaklarımızdan silinmediği Hatice Kaçmaz arkadaşımızın ölümünün meşrulaştırılmasını konuşuyor. Kararda “Evlilik teklifi kabul edilseydi Orhan Munis’in cinayeti işleyemeyebileceği” yazıyor. Katile cezada “tutku indirimi” veriliyor. Daha ceza kanununda yazmayan ayrımcı indirimlerin gerekçeli kararlarda yer bulmasının önüne geçilmemişken reform yapılabilir mi?
Bergen’in ölümünden sonra bile anısı üzerinde Halil Serbest’in gölgesi dolanıyor. Bergen’i anlatan filmin Adana Kozan’da yasaklanmış olmasına ses çıkarmayan siyasi iktidar reform yapabilir mi? 6284’ü uygulamayanlara ses etmeyen iktidar reform yapabilir mi? Kadınların haklarıyla ilgili bile konuşurken her fırsatta mücadele eden kadınları kriminalize eden, kadınları kutuplaştıran Cumhurbaşkanı reform yapabilir mi?
Kadınlar elbette böyle reform olmaz diyecekler. Çünkü siyaset sınanma işidir. Siyasi iktidar kararlarıyla yeterince sınanmıştır. Yine güvenebileceğimiz tek şey sorgulayan aklımız, muhakeme eden fikrimiz ve örgütlü gücümüz olacak. Bizler geleceğimiz için tutarlı ve kararlı mücadeleye devam edeceğiz. İşte o zaman daha eşitlikçisini ve özgürlükçüsünü biz yapacağız.
*
8 Mart’tan sonrası için:
Tüm dünyanın meydanlarını kitleler halinde dolduran, sokaklarından sel olup akan, barikatlarına dayanan tüm kadınları kutlarım. İşte bu umudu sürdürmek hepimizin sorumluluğu. O açıdan sloganımız tüm meydanlarda yükselmedikçe daha çok yolumuz var demektir. Makro düzeydeki hedefimiz, büyük sorunlara büyük çözümler işaret edenimiz olmalı o slogan. Ülke çapında yürüyen, hatta dünyaya da açılan Kadın Meclisleri mücadelesi bunu var etmeye çalışıyor. “Yoksulluğun pençesinde, şiddetin gölgesinde yaşamayacağız. Asla yalnız yürümeyeceksin” diyen her bir mücadele arkadaşımızı bu örgütlü gücü var ettikleri için, eşitlikçi feminizmin sembolu yıldızlı feminayı dalgalandırdıkları için ayrıca tebrik ederim. 8 Mart’tan sonrası ancak o örgütlü güçle var olabilir. Tüm kadınları ve LGBTİQ+’ları da kendilerine en yakın gördükleri bir kolektif mücadeleye katılmaya bir kez daha çağırmak isterim.