Ekonomik krizin etkilerini her geçen gün daha çok gördüğümüz günlerdeyiz. Marketlerde, pazarlarda tüm temel ihtiyaçların fiyatı arttıkça artıyor. Market işçilerinin her gün etiket değiştirerek güne başlamasında, pazarlarda yapılan röportajlarda bunu açık bir biçimde görüyoruz. Emekçiler o marketlere, pazarlara gittikleri zaman bir şeyi almak için başka bir şeyden feragat etmek zorunda kalıyorlar. Elektrikten doğalgaza yaşamsal her şeye zam üstüne zam geliyor. Somut gerçeklik buyken siyasi iktidarın temsilcileri tüm bu yaşananları ya reddediyor ya da asgari ücret artışıyla her şeyin düzeleceğini söylüyor. Asgari ücrete gelen zamla bunların hiçbiri düzelmeyecek. Emekçiler bunu çok iyi biliyor. Çünkü enflasyon ortada, zamlar ortada…
Ekonomik krizin katmerlenmesiyle birlikte eşitsizlikler de daha fazla gün yüzüne çıkmaya başladı. Sınıfsal farkları ve çelişkileri çok net görür olduk. Röportaj veren bir ailenin “çocuklarımı okula aç gönderiyorum” demesi bu ülkenin gerçeği. Bu sadece birkaç kişinin yaşadığı bir sorun değil, bu ülkedeki milyonlarca emekçinin hikayesi. Her şeyi üretenler böylesi bir sefaletle yaşarken, hiçbir şey üretmeyip emekçilerin ürettiği artı değere el koyanlar zenginliklerine zenginlik katıyor. Bu, var olan derin çelişkiyi bizlere gösteriyor.
Emekçi halkın çocukları ise sağlıktan eğitime, barınmadan gıdaya kadar birçok temel ihtiyaca ulaşamıyor. Bunun en can yakıcı örneklerinden biri Diyarbakır’da 2 yaşındaki Yunus Emre’nin elektrik kesintisi sonucu buhar makinesine ulaşamaması ve soğuğun da etkisiyle kalbinin durarak hayatını kaybetmesi oldu. Kurdaki artış sonucu SMA hastası bebeklerin tedaviye ulaşmasının zorlaşması bir diğer örnek. Ortaokul ve lise öğrencileri sokak röportajlarında neler yaşadıklarını anlatıyorlar. Üniversiteye hazırlık kitaplarına dahi ulaşamadıklarından, eğitim hayatlarını devam ettirmekte nasıl zorlandıklarından bahsediyorlar. Ceplerinde sadece ulaşıma yetecek kadar para olduğunu çıkarıp gösterenleri, geleceklerinden umutlu olmadıklarını ifade edenleri görüyoruz. Bu da yetmiyor, devlet okullarında öğrenciler sık sık şiddetle karşı karşıya kalıyor. Devlet okulları eğitim-öğretim konusunda yeterli değilken bir de çocukların şiddet görme ihtimali olan yerlere dönüşüyor.
Üniversite öğrencileri açısından da en önemli gündem ekonomik gidişat haline gelmiş durumda. Üniversitelerde yüz yüze eğitimin yeniden başlamasına az bir zaman kala “barınma” sorununun ülkenin önemli gündemlerinden biri olduğunu hatırlarız. Devlet yurtlarında yeterli kapasite olmadığı için milyonlarca öğrenci açıkta kaldı ve ev aramaya başladı. Kiraların fahiş fiyatlara yükselmesi ve bunu denetleyen hiçbir mekanizmanın olmaması, üniversitelileri okudukları şehirlere gidememek ve kayıtlarını dondurmak da dahil olmak üzere pek çok sorunla karşı karşıya bıraktı. Bu, aynı zamanda genç kadınların özgürleşmeleri konusunda önemli bir yer olan üniversitelerden uzak kalmaları anlamına da geldi. Bu konunun gençler açısından bir diğer yönü ise üniversite okurken çalışmak zorunda kalmaları. Bu ülkede emekçilerin çocuklarını şehir dışında okutacak ve masraflarının tamamını karşılayacak bir bütçesi yok. Somut durum böyle olduğu için gençler ya üniversite okurken çalışmak zorunda kalıyor ya da ailelerinin yaşadığı şehirdeki üniversiteleri tercih etmek durumunda bırakılıyor. Yani bu düzen, emekçi halkın çocuklarına eşitsizliğin en derinini yaşatıyor.
Emekçilerin çocukları böylesi zorluklar yaşarken sermaye sınıfı ve onların çocukları çıkarlarından feragat etmediler. Lüks arabalar, en iyi okullar hep yine onların oldu. Ama sefalet koşullarında çalışan, işsiz bırakılan hep emekçiler oldu. Tüm bu yaşananlar karşısında gencecik insanların her şeyin farkında olması ve bunları herkese anlatması, emekçilerin yaşananları normalleştirmeyip düzenin karşısında durması umut verici. Biliyoruz ki emekçiler ve çocukları ekonomik krizin yarattığı yıkımla hayatlarına devam etmek zorunda değil. Yaşamın her alanında üretenler olarak, tüm bu sefalet koşullarını iliklerine kadar yaşayanlar olarak, bu düzeni değiştirmek bizim elimizde.