Geçtiğimiz günlerde hepimizin canını yakan bir habere şahit olduk. 4 yaşındaki Asiye ülkemizde sahiplenilmesi yasaklanmış ırklardan bir köpek tarafından saldırıya uğradı. Bu olayla birlikte yine bile isteye gerçekleşen bir “yönetim krizine” şahit olduk.
Haydi bakalım, bu mesele de mi “yönetim krizi”ne bağlandı, bu da mı politik? Evet “yaşam”ı ilgilendiren her konu gibi, bu da politik.
Olay kronolojisi şu şekilde; bir çocuk kanunlarla üretimi ve satışı yasaklanmış ırklardan bir köpek tarafından saldırıya uğruyor. İnsanlar, doğal olarak, sosyal medya mecralarında tepkilerini gösteriyor. Cumhurbaşkanı ucu açık ifadelerle tüm sokak hayvanlarını ve hayvanseverleri hedef gösteriyor. Kargaşa başlıyor.
Bir yandan belediyeler bu ifadeleri bir talimat olarak algılayıp usulsüz şekilde sokak hayvanlarını topluyor. Diğer yandan ülkenin başındaki kişi “Hayvanların yeri barınaklardır.” diyor ve hayvan sahipleri aynı kişi tarafından kendilerine “beyaz türk” dendiği için hedef haline geliyor. Bir diğer yandan bu kaos ortamında hayvanseverler kendi aralarında ayrışıyor. Kimi, sokakların bu hayvanlar için güvenli olmadığını, barınak şartları iyileştirildikten sonra barınaklara alınmaları ve sahiplendirilene kadar orada yaşamaları gerektiğini söylüyor. Kimi de hayvanların yaşam alanlarından koparılıp kafeslere konulmalarının yaşam özgürlüğüne aykırı olduğunu savunuyor. Hayvanları sevsek bir taraf sevmesek bir taraf, korusak bir taraf korumasak başka bir taraf olduk bir anda.
Böylece gayet kolay yönetilebilecek yaşamsal bir sorunda, ülkede yaşayan insanlar kutuplaştırılmış oluyor.
Olayın bir de diğer yüzü var tabii ki. 2004 yılında 5199 sayılı Hayvanları Koruma Kanunu’nda açıkça ifade edilen ırkların beslenmesi, sergilenmesi, üretilmesi, satılması ve reklam amacı olarak kullanılması tamamen yasak ve işleme tabiydi. Çünkü bu ırklardaki köpekler ülkede tehlikeli şekilde eğitiliyor ve kontrolsüz bir şiddet aracı haline dönüştürülebiliyor. Bu ırklar herhangi bir şikayet halinde yetkililer tarafından el konularak barınaklara “bir daha bırakılmamak üzere” yerleştiriliyordu. Bu da “bir şekilde” sahiplenilmiş ve şiddet amacıyla eğitilmemiş hayvanlar ve onları sahiplenen insanlar için zor bir durum. 2021 yılı Temmuz ayında yeni düzenleme ile bu ırkların belirlendiği “yasaklı ırklar” başlığı “tehlikeli ırklar” olarak değiştirildi. Ancak üretilmesi, çoğaltılması ve satışı hala yasak iken beslenmesi birtakım şartlara bağlı olarak legalleştirildi. Bu şu bağlamda iyi bir gelişme: Üretilmesi yasak olmasına rağmen “bir şekilde” sahiplenilmiş ve şiddetle eğitilmemiş bir köpeğin barınaklara ömrünün sonuna dek hapsolması gibi bir adaletsizliğin önüne geçilmiş oldu. Çünkü yasak olan bu hayvanların yaşaması değil, üretilmesi ve çoğaltılması. Bir hayvanın, bir cinsin özelliklerine sahip olarak doğması ve kendi iradesi dışında şiddetle eğitilmesi onun değil onu çoğaltan ve o şekilde eğitenlerin suçu. Ancak suçlanan köpekler oluyor.
Yaşanan olay özelinde değerlendirildiğinde üretimi kanunen yasak ama yetkililer engellememiş. Satılması veya sahiplendirilmesi yasak, engellenmemiş. Şiddet aracı gibi eğitilmiş, yine müdahale edilmemiş. Bir sorun çıktığında sular seller gibi yaptırımlar uygulanıyor. Ama o sular seller önüne sokak hayvanlarını da katıp götürüyor bir yandan.
Kısacası yasaları uygulamaya, önlem almaya gelince yok olan devlet, yaptırıma gelince tazmanya canavarına dönüşüyor. Bir şeyler yapıyor ama, yıka döke. Eğer yetkililer uygulamakla yükümlü oldukları yasaları uygulasa, sadece bunu yapsa, bu ırklar üretilmez, çoğaltılmaz ve satılmaz. Bu şekilde düzenlenmiş yasaları uygulamayanlar, çalakalem çıkardıkları genelge (27.12.2021 tarihinde 81 il valiliklerine gönderilen genelge) ile sokak hayvanlarını, şartları iyileştirilmemiş toplama kamplarına dolduruyorlar. Halihazırda zaten sorunlu barınaklarda hapsedilmeleri bir yana, bu hayvanlar kendi yaşam alanlarından mahrum bırakılıyorlar. Halbuki yine mecliste yasalaştırılmış 5199 sayılı Hayvanları Koruma Kanunu’na göre “Güçten düşmüş (hasta, yaralı vb.) hayvanlar yetkililer tarafından alınıp barınaklar ve bakımevlerinde rehabilite edildikten sonra alındıkları yaşam alanlarına tekrar bırakılmak zorundadır.”
Yani yayınladıkları genelge ile 5199 sayılı kanun çelişiyor. Ama şu an kanun değil, genelgeye göre hareket ediliyor ve hayvanlar usulsüz toplanıyor. Belediyeler nasıl hareket edeceğini, hayvanseverler ne yapacağını, hayvanlar canını nasıl kurtaracağını bilemez halde. Ülkede bir kere daha genelge kanundan üstte değerlendiriliyor.
Yasaların uygulanmamasından kaynaklı olarak üretilmiş, satılmış ya da sahiplenilmiş sokak hayvanları hedef gösterilerek, mevcut yanlışlar düzeltilemez.
Peki bu şekilde yanlışın düzeltilemeyeceğini, yasalarla bu tehlikelerin önüne geçilebileceğini yetkililer bilmiyor mu? Bu gerçekten basit bir “yönetim krizi” mi?
Bu aslında her geçen gün eşitsizlikler üreten, içinde bulunduğumuz kapitalist sistemin bir sonucu. Eşitsizlik, bir tarafın kazanırken diğer tarafın kaybetmesi ile oluşur. Kapitalist sistemin ürettiği eşitsizlik ise üretim araçlarını ellerinde bulunduranlar zenginleşirken diğer tarafta kalan işçiler, kadınlar, çocuklar, hayvanlar ve doğa sürekli kaybediyor. Bir tarafın zenginleşmesi için sistemin devamlılığını sağlayan yetkililer ise yasaların uygulanmamasından kaynaklı bu eşitsizliklere göz yumuyor. Çünkü gayet iyi biliyorlar ki yaşananlar bu sistemin sonuçları ve bu sistem ortaya çıkan tüm eşitsizliklere, haksızlıklara, adaletsizliklere rağmen devam etmeli. Hayvanlar feda edilebilir. Kadınlar, çocuklar feda edilebilir. Doğa feda edilebilir. Ama sistem devam etmeli.
Başta belirttiğimiz gibi tüm bu sebeplerden dolayı bu mesele de politiktir. Devlet ve yetkililer, esas koruması gereken kadınlar, çocuklar, hayvanlar ve doğayı, kısacası tüm yaşamı kapitalist sistemi korumak için feda edebiliyor. Yönetim bu temel üzerine inşa edildiği için aslında “yönetemiyorlar” demek doğru değil, yaşamlarımız üzerinden sistem devamlılığını sağlıyorlar.
Her bir yaşam, eşitliği ve adaleti hak eder. Her bir yaşam, yasalarla belirlenen çerçevelerle korunmalıdır. Aksi halde yapılması gereken bellidir. Yasalar yaşamı koruyana dek, korumayan sisteme karşı topyekün mücadele edilmelidir.