Ekonomik kriz herkesin en önemli gündemi. Dövize yapılan müdahale krizin ateşini söndürmeye elbette yetmedi. Gerçek enflasyon her gün market raflarında karşımızda. Çarşıda, pazarda bütün fiyatlar el yakıyor. Ekmek kuyrukları her gün uzuyor. Emekçiler artık ay sonunu nasıl getireceğini değil, günün sonunu nasıl getireceğini düşünüyor.
Ne işçilerin, ne kadınların, ne gençlerin gözlerinde bir ışıltı var. Bir tek zenginliğine zenginlik katanların gözlerinde ışıltı var. Karları düşmeyenlerin ve onların çıkarlarını sonuna kadar savunan siyasi iktidar temsilcilerinin gözlerinde ışıltı var. İşte tam da bu yüzden, ekonomik krizde tüm eşitsizlikler derinleşiyor. Tüm çelişkiler daha fazla gün yüzüne çıkıyor.
Şiddetin Farklı Boyutları
Toplumsal cinsiyet eşitsizliği sonucu ortaya çıkan kadına yönelik şiddetin savaş, pandemi, OHAL, ekonomik kriz gibi olağanüstü hallerde daha da arttığını, biçim değiştirdiğini biliyoruz. Son dönemlerde ise sadece toplumsal cinsiyet eşitsizliğinden kaynaklanan şiddete değil, farklı eşitsizlik biçimlerinden kaynaklanan şiddete de tanık oluyoruz.
Bir sabah uyanıyoruz; 3 aylık bebeğe şiddet uygulandığını görüyoruz. Bir gün kalkıyoruz, bir siyasi partinin ilçe başkanının şoförün boğazını sıkarak yumruklamasına tanık oluyoruz. Diğer gün, bir erkeğin evli olduğu kadın ile kavga ettiği bahanesiyle kediyi duvara fırlattığı haberini okuyoruz. Öğretmenin, öğrencisini sınıftan çıkarıp darp ettiği görüntülere şahit oluyoruz. Başka bir yerde işten ayrılmak isteyen işçiyi patronu hortumla dövüyor. Başka bir patron, maaşını isteyen işçiyi dövebiliyor. Bir gazeteci kameraların önünde basın emekçisine tokat atıyor. Bahçelere bırakılan zehirli etlerle sokak hayvanları zehirleniyor. Kendi ulusundan olmayana yönelik linç, hiç olmadığı kadar artıyor.
Peki, bu yaşananlar münferit olaylar mı? Ya da bu şiddetin, hep kendini güçlü görenin, kendinden zayıf gördüğüne uygulanması tesadüf mü? Elbette değil. Sömürüye dayanan, güçlü olanın ‘zayıf’ gördüğünü ezdiği, şiddet uyguladığı, baskı uyguladığı erkek egemen kapitalist sistemde yaşıyoruz. İşte tam da bu sistem, kadınlar, emekçiler, çocuklar, azınlık uluslar, doğa ve tüm canlılar için koca bir eşitsizlik yaratıyor.
Siyasi İktidarın Kararları Hep Egemenlerin Lehine
Bu sistem eşitsizlik yaratırken bu eşitsizlikleri güncel olarak sürdüren ve besleyen de siyasi iktidarın kararları oluyor. Siyasi iktidar aldığı tüm kararlarla egemenlerin yanında saf tutuyor.
Milyonlarca emekçi ile onları sömüren bir avuç patron arasındaki uçurum her geçen gün artıyor. Büyük sermayenin karı krizde bile düşmedi, hatta katlandı. Ülke ekonomisi büyüdü; ama bu büyümede işçinin aldığı pay azalırken sermayenin kâr payı arttı. Kur korumalı mevduat sistemiyle serveti olanların serveti korunsun diye hazine garanti veriyor. Yine bütün yük vergilerle emekçi halkın sırtına yükleniyor. İşçiler ise asgari ücret düzenine, yoksulluğa, işsizliğe mahkum ediliyor. Asgari ücrete yapılan yüzde 50 zammı fazla bulan patronlar ise işten çıkarmalara başlıyor. “Sen en fazla neyini kaybedersin, ben her şeyimi kaybederim” diyen bir patron bakan olunca, “OHAL”i patronlar rahat etsin, işçiler grev yapamasın diye ilan ettiğini söyleyen bir Cumhurbaşkanı olunca; tüm patronlar işçilere hak gaspını da, baskıyı da, tehdidi de, hatta şiddeti bile kendinde hak görüyor.
Kadınları yaşatır dediğimiz İstanbul Sözleşmesi’nden bir gece yarısı çekilme kararı alınıyor. Siyasi iktidar nafakadan, 6284’e kadar var olan haklarımıza el uzatmaya çalışıyor. Kadın düşmanı politikalar, cezasızlık devam ediyor. Bu sebeple erkekler yolda yürürken hiç tanımadıkları kadınları ‘savunmasız’ gördükleri için öldürme cesaretini kendilerinde buluyor. Siyasi iktidar LGBTİQ+’ların var olduğunu bile kabul etmek istemiyor. Her gün şiddetle, nefret söylemleriyle karşı karşıya kalmalarına izin veriyor. Gençlere ne iyi bir eğitim alabilme, ne de sonrasında iş bulabilme ümidi verebiliyor. Çocukların, yaşlıların, engellilerin haklarını gündemine dahi almıyor.
Ülkenin her deresine HES, her ormanına maden ruhsatı verilerek; tüm yaşam alanlarımız talan ediliyor. Dünya ekolojik krizin eşiğine getiriliyor. Hayvanlara yapılan işkenceler, şiddet hala cezasız bırakılıyor. O yüzden de ülkemizde yaşanan hiçbir şiddet olayı, ezilenlere yönelik baskı münferit değil.
Şiddetin Keyfiliği
Daha geçtiğimiz günlerde Asime’ye saldıran Pitbullun sahibi, patronu olduğu için kapıcı babayı işten attırdı. Şikayeti geri çektirmek için para teklif edecek cesareti kendinde buldu. Erkekler ise kadınlara her şeyi yapabileceklerini kendilerinde ‘hak’ görüyorlar. Bir kadının ölümünün baş şüphelisi olarak görülen Ümitcan Uygun hiçbir ceza almadığı için başka bir kadını öldürüyor. Kendi ulusunu üstün görme yayıldıkça Deniz Poyraz Kürt olduğu için partisinin mekanında öldürülüyor. Deniz Poyraz’ı öldüren kişiye polis ‘abicim’ diye hitap edebiliyor. Kimisi de göçmen işçilere benzin döküp, yakarak öldürebiliyor. Şiddeti uygulayan taraf güçlüyse, zenginse, egemen tarafta ise ceza bir yana adeta sırtı sıvazlanıyor. O yüzden şiddet bu kadar keyfi, bu kadar yaygın olabiliyor. Haklarını arayan, mücadele eden kadınların, işçilerin, gençlerin, eşitsizliklere uğrayan halkların, yaşam alanı için mücadele eden toplumun karşısına ise her zaman polis, jandarma dikiliyor.
Bize anlatılan hikaye hiç değişmiyor; eşitsizliklerin insanlık tarihi boyunca var olduğu ve bunun hiçbir koşulda değişmeyeceği. Tüm bu eşitsizlikler bu kadar derinken ve her gün beslenirken; şiddet uygulayanların sırtı sıvazlanıp, cezasızlıkla cesaret verilirken; böyle bir toplumda şiddetin ortaya çıkmaması mümkün mü?
Kadınlar yüzyıllardır süren eşitsizliği, şiddeti kabul etmeyip buna karşı politik, örgütlü biçimde mücadele ediyor. Ancak sadece toplumsal cinsiyet eşitliğini sağlamak da yetmez. Tüm eşitsizlik biçimlerini, sömürü ve tahakküm ilişkilerini ortadan kaldırmak gerekir. O yüzden de tüm eşitsizlik türlerine karşı mücadele etme görevi hepimizin önünde duruyor. Ancak o zaman her türlü şiddeti ve baskıyı ortadan kaldırmak mümkündür.