Geçtiğimiz haftalarda Kadıköy-Tavşantepe metrosunda Emrah Yılmaz’ın bir kadın yolcuya bıçakla saldırdığını izledik. Kadın yolcunun yüzündeki yaralardan dolayı maskesinin bir kısmını kapatamaması üzerine Emrah Yılmaz kadına metroda hakaretlerde bulundu. Metrodaki yolculardan Semanur Damgacı faile “bu şekilde konuşamayacağını” söyledi. Bunun üzerine 20 farklı suçtan sabıka kaydı bulunan Emrah Yılmaz bıçak çıkararak Semanur Damgacı’nın üzerine yürüdü ve saldırmaya kalkıştı. Yaşanan bu olaydan sonra Emrah Yılmaz gözaltına alındı ve oradan da mahkemeye sevk edildi. Savcı Fatmagül Yörük’ün sevk yazısı bu olayla ilgili başka bir gündemi oluşturdu. Savcı Fatmagül Yörük mahkemeye sevk yazısında şöyle diyor: “Bu eylem tüm kadınların özgürce yaşama, sokakta bulunma ve hayatlarına devam etme haklarına saldırıdır.” Bu sevk yazısının önemini inceleyelim.
Bugüne kadar kadın cinayetleri, kadına yönelik şiddet konusunda onlarca dava takip ettik. Yüzlerce yargılamaya şahit olduk. Kadınların yaşam tarzlarının sorgulandığını hatta şiddetin sebebi olarak kadınların davranışlarının gösterildiğini de gördük. Biz hep “Kadınlar, kadın oldukları için öldürülüyorlar ya da şiddet görüyorlar” dedik. Ama mahkeme heyetlerinin toplumsal cinsiyet eşitsizliğini göz önünde bulundurmayarak, herhangi bir cinayet ya da şiddet olayıymış gibi yargılama yaptığını gördük. Kimi zaman da münferit vakalarmış gibi yaklaşıldığına tanık olduk. Hatta bu yetmezmiş gibi cinsiyetçi indirimlere, tutuksuz yargılamalara da şahit olduk. Bu defa bir savcı sevk yazısında konuyu bir kadının yaşadığı bireysel bir sorun olmaktan çıkarttı. Yaşanan bu olayın tüm kadınların hayatını tehlikeye attığını söyledi. Bunun önemli olduğunu düşünüyoruz. Çünkü kadınların uğradığı şiddetin sistemsel bir sebebi var. Bu da toplumsal cinsiyet eşitsizliği. Bir kadının uğradığı şiddet sadece onun yaşadığı ya da yaşayabileceği kişisel bir konu değil. Bir kadının kamusal alanda dahi uğradığı şiddet, kadınların hayatlarını tehlike ve korku ile yaşamalarına sebep olabilir. Yaşanan olayların böyle toplumsal sebepleri varken konuyu şahsi bir şeymiş gibi ele almak, şiddetin sebebini ve konunun toplumsallığını görmezden gelmektir. Mahkemelerin “kadın cinayetleri” ya da herhangi bir “kadına yönelik şiddet” türü davalarında toplumsal cinsiyet eşitsizliğini göz önünde bulundurarak yargılama yapması gerekir. Bu anlamıyla Savcı Fatmagül Yörük’ün sevk yazısı aslında olması gereken şeyi bize gösterdi. Metroda bir kadına saldıran Emrah Yılmaz’ın yargılanma sürecinde de mahkeme heyeti adil, toplumsal cinsiyet eşitliğini göz önünde bulunduran bir süreç işletmelidir. Fatmagül Yörük’ün bu yaklaşımı diğer savcılara örnek de olmalıdır.
Bu olayla ilgili bir diğer tartışma konusu olayın metroda geçmesi. Metrolar, otobüsler, hastaneler, parklar vb. kamusal yerlerdir. Toplumun iç içe olduğu, kalabalıklar halinde birlikte bulundukları yerlerdir. Bu yüzden “en güvenli” yerler olarak geçerler. Ama artık kadınlar metroda bile şiddet görme, öldürülme tehlikesiyle yaşıyor. Erkekler binlerce insanın hatta çocukların bulunduğu metro gibi alanlara bıçak sokabiliyor. Bu da yetmezmiş gibi onlarca insanın içinde onu çıkarıp kadınların üzerine yürüyor. İstanbul Sözleşmesi’nden imzanın geri çekilmesi, kadınların türlü haklarının tartışmaya açılması erkeklere metroda bile bıçakla bir kadına saldırma cesaretini veriyor. Yaşanan bu olayın sorumluları, kadınların haklarına saldıranlar, aynı zamanda kamusal alanlarda gerekli güvenlik önlemlerini almayanlardır.
Savcı Fatmagül Yörük’ün sevk yazısı önemli bir örnek teşkil ediyor. Peki bu gibi durumlar savcıların, hakimlerin iyi niyetiyle mi alakalı? Ya da adaleti onların iyi niyetine mi bırakılmalı? Elbette hayır. Kadınların hayatlarının güvenliği tek bir kişinin inisiyatifine bırakılamaz. Fatmagül Yörük yapılması gerekeni yaptı. Ama kadınları adliyelerden evlerine geri yollayan, etkin soruşturma yürütmeyen savcıları da biliyoruz. Böylesi örnekler varken vurgulanması gereken, tüm kamu görevlilerinin üstlerine düşeni yapmak zorunda olduğudur. Etkin bir sürecin işletilmesi, adaletin sağlanması “iyi niyet” konusu değil, olması gerekendir. Birkaç gün önce AYM, görevini yerine getirmeyerek kadın cinayetini önlemeyen savcı, hakim, kolluk kuvveti gibi kamu görevlilerinin yargılanması üzerine bir karar yayınladı. Bu karar emsal niteliğinde. Çünkü kamu görevlilerinin ihmali sonucu öldürülen birçok kadının olduğu bir ülke burası. AYM’nin aldığı bu karar görevini yerine getirmeyen kamu görevlilerinin yargılanmasının önünü açtı. Görevini yerine getirmeyen kamu görevlileri gerçekten yargılanıyor mu, bu karara uyuluyor mu tek tek takip edeceğiz.
Kadınlar hayatlarını yolda yürürken arkalarına bakarak, metroda bile olası bir faille karşılaşma ihtimaliyle geçirmek zorunda değiller. Ama maalesef Türkiye’de bu endişe ile yaşıyorlar. Bunu değiştirmenin yolu örgütlü mücadelemizden geçiyor. Metrodan evlere, sokaklardan okullara kadar özgür yaşadığımız alanları var edeceğiz.