Gündüz televizyonu açıyoruz: 17 yaşında bir genç kadın ağlayarak istismara uğradığını anlatıyor. Kanalı değiştiriyoruz, öldürülmüş bir kadının katili aranıyor. Türlü senaryolar üretilip iz sürülüyor. Tabii o kadının tüm hayatı televizyon karşısında ortalığa seriliyor. Kanalı değiştiriyoruz. Bir kadının evli olduğu erkekle ilişkisi sorgulanıyor. Kadın, seyirciler ve sunucu tarafından yargılanıyor. Kanalı değiştiriyoruz… Ama televizyon ekranlarında yargılanan, özel hayatı tüm detaylarıyla gözler önüne serilen kadınları görmekten kaçamıyoruz.
Gündüz kuşağı programları artık tamamen özel hayatlar üzerine kurulu denilebilir. Kurgu mu gerçek mi diye sorgulanan eğlence programları yok artık. Gerçek suçlar ve gerçek suçlular televizyon ekranında tam karşımızda duruyor. İzleyiciler ekran karşısında suçluları eleştiriyor, soruşturmayı yürütüyor ve hatta suçluyu bulup cezasına karar veriyor.
Zaman zaman yetkililer bu programlardan sonra harekete geçiyor. Zaten insanların her şeyi göze alarak bu programlara çıkmasının nedeninin çoğu zaman bu olduğunu biliyoruz. Bu insanların çoğunluğu önce yetkililere; polise, savcıya başvuruyor. Sonuç alamıyor. Soruşturma süreçleri etkin işlemiyor. Bu programlarda “Son çare buraya çıktım” cümlesini çok sık duyuyoruz. İnsanlar işlemeyen hukuki süreçlerle ilgili çaresiz kalıyor, bunu biliyoruz. Ancak bu konuyu işleyen programlar adalet sistemini ne kadar sorguluyor, tartışılır.
Ele aldığımız bu programların amacını sorguladığımızda; gözle görülen amaç o insanların derdine çare bulmak, seslerini duyurmak. Hukuk sistemini sorgulamadan hukuku işletmek. Özellikle yıllardır devam eden Müge Anlı ile Tatlı Sert programının birçok konunun çözümüne ön ayak olduğu kabul ediliyor. Ancak bu tip programların, gelişmeleri programda açıklamak uğruna soruşturmada aksamalar yarattığı da olabiliyor. Programların formatları gereği böyle oluyor. Halbuki bir TV programı soruşturma bürosu ya da ceza muhakemesi yerine geçemez. Üstelik programa çıkan tanıkların ve şüphelilerin, artık toplum tarafından tanındığı için yalan ifade verme ihtimalinin artması riski de söz konusu. Yine de bunlar göz ardı edilerek bu programlar ve sunucuları adeta kahraman ilan ediliyor.
Peki bu programlarda neden yıllardır yetkililerin görevlerini yapmaması sorgulanmıyor? Bu programlara gelen insanlar neden tükenmiyor? Biz Kadın Cinayetlerini Durduracağız Platformu Kadın Meclisleri olarak yetkililere görevlerini yapmaları için çağrı yapıyoruz, yasaları mücadelemizle uygulatıyoruz. Bu programlar da kamuoyu oluşmasını sağlıyor. Ancak bunu televizyon ekranlarında, başvuran insanların tüm özel yaşamını gözler önüne sererek, onların hayatı hakkında söz sahibi olarak yapıyor. Olayın çözülmesiyle alakası olmayan konular günlerce işleniyor. Şiddet failleri veya onların yakınları ile kadınlar karşı karşıya getiriliyor. Konunun öznesi kişilerin yaşadığı travmaların üstüne travma ekleniyor. Bu programları reytingden bağımsız düşünebilir miyiz? Düşünemeyeceğimizi herkes biliyor. Reyting için bol bol duygu sömürüsü yapılıyor. Geçen günlerde Ece Üner ile Susma programının tanıtım fragmanında bir çığlık sesinin kullanılması buna bir örnek. Kadın cinayetlerine, istismara dikkat çekmek; tüm özel yaşamı gözler önüne sererek, şiddeti estetize ederek yapılamaz. Yıllardır söylediğimiz gibi örgütlü ve politik bir mücadeleyle bu mümkündür. Hiçbir politika üretmeden, konunun öznesi kişileri sömürerek ancak reyting elde edebilirsiniz. Ama kadın cinayetlerini, şiddeti durduramazsınız.
Bu programlar şiddeti arttırmak ve normalleştirmekle de suçlanıyor. Bunu da tartışmak gerek. Şiddeti tüm detaylarıyla vererek, zaman zaman failleri karşımıza çıkarıp onların “bahane”lerini dinlememize olanak vererek şiddeti normalleştirdiği bir gerçek. Ancak bu programlar olmasa da toplumsal cinsiyet eşitsizliğinden kaynaklı şiddet artacaktır. Bu programlarla ilgili sorun, şiddeti tüm ayrıntılarıyla topluma göstermekten çekinmemesi ve yargının yapması gereken görevi üstlenme çabasıdır. Kanunlar var, sözleşmeler var, anayasa var. Bunları yetkililere uygulatmak zorundayız.
Gündüz kuşağı programları tüm bu yönleriyle elbette toplumun da tepkisini çekiyor. RTÜK birçok kanala böyle devam ederse programların kaldırılacağına dair bir ihtarname gönderdi. RTÜK’ün ihtarname sebebi, kişilerin özel hayatıyla ilgili tüm detayların verilerek hak kayıplarına yol açılabilmesi. Aynı zamanda “aileyi korumak”. RTÜK, bu insanlar toplumun bir parçası değilmiş gibi ihtarnamesinde toplumun “ahlakı”nı öne sürüyor. İnsanların neden adalet mücadelesini televizyondan yürütmeye çalıştığı sorgulanmıyor. Ancak RTÜK’ün haklı olduğu kısım, programa çıkanların kişilik haklarının hiçe sayılıyor olması. Duygu sömürüsü uğruna kişilik hakları ihlal edilemez.
Hedefimiz bu programları ortadan kaldırmak olursa, insanların neden bu programları tercih ettiğini kaçırmış oluruz. Hukuk işlerse, yasalar etkin uygulanırsa kimse adaleti televizyon ekranlarından aramak zorunda kalmayacaktır. Çözülmesi gereken de budur. Bunun yanında bu programlarda kişilik hakkı ihlallerine izin verilemez. Gündüz kuşağı program sunucularının kahraman ilan edilmesi ise çarpıklıktır. Yasaları uygulayacak olanlar, halkın vergileriyle ilgili koltuklarda oturanlardır. Onlara “madem o koltuklardasınız, o zaman uygulayacaksınız” diyecek olan da kadınların politik mücadelesi ve örgütlü gücüdür.