Okullar açıldı. Özellikle ilkokula giden çocuklar için başlayan maraton, veliler için de başladı. En çok da çocukların bakımından sorumlu tutulan kişiler, yani anneler için başladı. Türkiye geleneksel toplumunda çocukların büyümesinden eğitimine kadar gerek duyduğu ilgiyi en çok anneler veriyor. Daha modern bir hayat sürenlerde bu durum nadiren babalar için de geçerli. Anne çalışıyorsa ücretli bakıcılar veya ailedeki durumu en uygun başka bir kadın bu ilgiyi, duygusal emeği ve bakım emeğini veriyor. Erkek bir bakıcıya ise rastlamıyoruz. Çocuğun yetişmesine verilen emeğin kadınlar üzerinde yoğunlaşmasına toplumsal cinsiyet eşitsizliğinin sebep olduğunu biliyoruz.
Kadınların çocuklara okul çağına kadar geçen sürede gece gündüz verdiği bakım emeğinin okulların açılmasıyla azalacağı sanılır. Sanılanın aksine, çocuklar artık günün bir kısmı evde olmasa da kadınların görünmez emeği azalmıyor. Hatta eğitimin başlamasıyla birlikte harcanan emek de çok katmanlı olarak artıyor. Çocuğu büyütmek için verilen bakım nasıl kadının üzerindeyse eğitim sürecinde de durum farklı olmuyor.
Okulda yapılan öğretmenliği evde kadın üstleniyor. Kadınlar çocuğun ödevlerinden okuldaki sosyal yaşantısına kadar her şeyiyle ilgilenmek durumunda kalıyor. Çalışan bir anne de bu ilgiyi vermek zorunda. Çalışan babalara ise “evi geçindiren ne de olsa o” denilerek her zaman hoşgörü gösteriliyor. Çalışan kadın, çalışmasa da olurmuş gibi algılanıyor. İlkokula başlayan bir çocuğu olan kadının çoğu zaman sosyal hayatı da okul çevresiyle sınırlı oluyor. Babalar ise çocuklarının okul arkadaşlarını tanımak zorunda değil, okul arkadaşlarının ailelerini de tabii. Tanımayan kişi anne olursa bu durum eleştiriliyor.
Bu manzaraya hepimiz şahit oluyoruz. Bu küçük gibi görünen durum bile toplumsal cinsiyet eşitsizliğinin bir parçası. Çocuklara verilen duygusal emeğin ve bakım sorumluluğunun miktarından, kimin vereceğine kadar; gündelik hayatta karşımıza çıkan olaylara bu açıdan bakmak mümkün. Erkeklerin evde yan gelip yatarak kendilerine hizmet gösterilmesini beklemesi, kendi çocuğuna ilgi göstermeye gerek duymaması toplum tarafından normal karşılanıyor. Bu konularda erkeklerin gördüğü hoşgörü “işyerinde çalışmasına” bağlanıyor. Oysa çalışan anneler, çalışmayan annelerden daha çok eleştiriliyor. Bir kadının çok çocuğu varsa verdiği ilginin azalmasını kimse sorun etmiyor, çalışan bir anne ise her zaman çocuklarıyla az ilgilenmekle suçlanıyor.
Toplumsal cinsiyet eşitsizliğinin kadına yüklediği roller en çok ev içinde karşımıza çıkıyor. Bu durum sadece çocuk bakımı için geçerli değil. Kadınların ev içinde gösterdiği emeğin çoğunluğu görünmeyen emek. Sanki ev kendi kendine toplanıyormuş, temizleniyormuş, yemekler kendi kendine oluyormuş gibi görülüyor. Tüm gününü evde bu işleri yapmakla geçiren kadınlar bile herhangi bir karşılık alamıyor. Ev içi emeğin neden ücretlendirilmediği, bu karşılıksız emeği neden erkekler değil de kadınların vermesi gerektiği ise sorgulanması gereken bir mesele.
Kadının adı olmadığı gibi, kadının emeğinin de adı yok. Yaşadıkları evlerde görünmez olan kadınların o evlerde verdiği emek de görünmez. Ama biz kadının adı için, varlığı için nasıl mücadele ediyorsak, kadının görünmeyen emeği için de aynı mücadeleyi vereceğiz. Ebeveynlerin çocuk yetiştirmekte eşit sorumlulukları olduğunu hatırlatacağız. “Annelik kutsal görevdir” denilerek kadınların üzerine eşitsiz ebeveynlik rolleri yüklenmesine sessiz kalmayacağız.
Hayatın her alanında verdiğimiz mücadeleyi büyüteceğiz, hanelerin içini de değiştireceğiz. Toplumsal cinsiyet eşitliğini sağlamak için var olan tüm tabuları yıkacağız.