Bir süredir halkın ve siyasi iktidarın gündeminde göçmenler var. Ortada bir sorun olduğu gerçek. Çözüm önerileri ise çeşit çeşit. Kimisi ırkçılığa savruluyor, kimisi polyannacılık oynuyor, kimisi de gerçekten çözüm arıyor. Hepsinden önce Türkiye’ye neden bu kadar çok göç olduğunun sebeplerine bakarak başlayalım.
Siyasi iktidar emperyalistlerle işbirliği içerisinde savaş çığırtkanlığı yaptı. Ülke dışında başkaca topraklara müdahalede bulunması doğru değildi. Savaş siyasetinin sonucunda göç etmek zorunda kalan, yerlerinden edilen, belki de daha iyi bir yaşam için yola düşen nice insan oldu. Savaşı körükleyenlerin bir kısmı göç eden insanlara kapılarını kapattı. AB ve ABD göçmenleri kabul etmeyip Türkiye’nin çeşitli fonlar karşılığında göçmenleri tutmasını istedi. Türkiye göçmenlerin Avrupa’ya geçişini durduran tampon bölge oldu. Siyasi iktidar, göçmenler karşılığında AB’den milyar dolarlar alırken, hala sokaklarda ayağı yalın dolaşan Suriyeli çocukları görmek içler acısı. Paraların göçmenlere gitmediği kesin, nereye gittiğini ise tahmin etmek zor değil. Kamu otoritesi, daha iyi bir yaşam umuduyla gelen göçmenlerin asgari ihtiyaçlarıyla bile ilgilenmiyor.
Siyasi iktidar, içeride ve dışarıda her koşulda göçmenleri bir pazarlık konusu yapıyor.
Mültecilik, sığınmacılık gibi devletler arası hukukta geliştirilmiş olan statülerin Türkiye’de nasıl işlediği ise ayrı bir tartışma konusu. Türkiye göçmenlere çeşitli haklara sahip olabilecekleri bir mültecilik statüsü zaten vermiyor. Kayıt dışı gelenlere, “misafir” diye hukuk dışı tanım buldular. Sınırlardan kontrolsüz geçenlerin kimler olduğu tüm toplumu tedirgin ediyor. AKP’nin Afganistan’da ABD ile anlaştığı açık. Türkiye’ye geçenler, bu anlaşma sonucu gelenler mi ya da savaş suçluları mı belirsiz. Daha önce Suriye’den, cihatçı çetelerin göz göre göre Türkiye’ye sokulduğu bilinmeyen bir şey değil. AKP’nin kayıt dışı nüfus biriktirip onu kontrollü olarak kullanma ihtimali hiç uzak değil. İşte bu durum toplumu tedirgin ediyor. Bu tedirginlik yersiz değil. Tedirgin olan herkes ırkçı da değil. AKP’nin bu durumu fırsat bilip sınırdan herkesin geçmesini sağladığı görünüyor. Buraya göç etmek zorunda kalmış, yalnızca daha iyi yaşam koşulları arayan insanlarla çeteleri bir görmeyelim. Sınırdan çeşitli çetelerin geçmesinin AKP’nin avantajı olduğunu görmeliyiz. Toplumun öfkesinin, kendisine değil göçmenlere yönelmesinden dahi çıkarı var. İktidar belli bölgelerde demografik yapıyı değiştirme girişimlerinde bulunabilir. Savaşları sürdürecek ülke içinde ve dışında organize paramiliter güçler, kiralık askerler oluşturulma ihtimali bile kaygı verici. Siyasi iktidarın Taliban’a bile yakınlığını ifade etmesinin ardından bu şüphe artıyor.
Tüm bu kaygı verici durumlara karşı yalnızca “bir sorun yok” deyip geçemeyiz, dikkatli olmalıyız. Dikkatli olacağız diye de ırkçılığa savrulmamalıyız. Tüm bunlardan çıkar sağlayan gözü dönmüş AKP’ye karşı mücadele etmeliyiz. Sorunu göçmenlerde değil AKP’nin ve emperyalist güçlerin savaş ve göç politikalarında görmeliyiz.
Sorunun kaynağını yanlış yerde arayanlar AKP’nin halkları birbirine düşman etmesine araç oluyor. Göçmen karşıtlığı çok yaygın bir durum olarak artık muhalefet cephesi tarafından da yapılıyor. AKP’ye karşı olmayı göçmen karşıtı olmaya bağlayanlar yanılıyor. Bolu Belediye Başkanı’nın “Göçmenlerin su ve katı atık bedellerini 10 kat artıracağım” demesi kabul edilebilir değil. “Göçmen istemiyorum” sözünü yayan muhalefet derin bir yanlışın içinde. Her ailede, geriye doğru gitseniz mutlaka Almanya’ya ya da başka bir yere göç edenler, başka bir yerden göç ederek gelenler çıkar. Türkiye’den başka ülkelere göç edenlerin yıllarca tüm suçların kaynağı ilan edilmesi çok da eski tarihlere dayanmıyorken şimdi aynı şeyi başkalarına yapıyor olmak yanlış. Göçmenlerin yerleşik nüfusa nazaran daha iyi koşullarda yaşadığı iddiası ancak göç edenin sınıfsal konumuna bağlı olabilir. Tıpkı Türkiye’de bizden daha iyi yaşayan zenginler olduğu gibi. Nitekim çoğu göçmenin gözle görülür şekilde ucuz işgücü olarak çalıştırıldığı ortada.
Tüm suçların yabancılardan kaynaklandığını iddia etmek ise çok tehlikeli. Bu durum gerçeği görmemizi engeller. Halbuki bunların ayrımına en çok varmamız gereken dönemdeyiz.
Göçmen karşıtlığı en çok kadına yönelik taciz, çocuğa yönelik istismar olaylarında gündeme getiriliyor. Hatırlatmak isteriz ki ülkemizde her gün kadınlar en yakınları tarafından öldürülüyor. Çocuklar en yakınları tarafından istismar ediliyor. Gerçek olan toplumsal cinsiyet eşitsizliği, önleyici ve koruyucu mekanizmaların bütünsel olarak işletilmemesidir. Suçluların çoğunun göçmen olduğu gibi bir istatistiki veri yok. Bir baba çocuğunu istismar ettiğinde tüm babalar suçludur demiyoruz. Bir erkek bir kadını taciz ettiğinde onu ve tüm erkekleri linç edelim de demiyoruz. Gerçek bir adalet mekanizması işlemesi için mücadele ediyoruz. Söz konusu suçlu göçmen olduğunda da böyle yaklaşmamız gerekir. Göçmenler bir suç işlediğinde farklı bir nefret körükleniyor. Bu nefretin bizi çözüme götürmeyeceği açık. Toplumsal hassasiyetler üzerinden yabancı düşmanlığı yapılıyor. Bilmemiz gereken cinsiyetçiliğin etnik köken tanımadığıdır. Örneğin; Afgan bir gazetecinin cinsiyetçi ifadeleri, yalnızca o gazetecinin tutumunu göstermişti. Onun tutumu üzerinden, bir halka önsel olarak cinsiyetçilik addedilemez.
Geçtiğimiz günlerde Ankara Altındağ’da yaşananlar gelinen aşamanın boyutlarını ve risklerini ortaya seriyor. Maalesef kavga sırasında bir genç, Suriyeli biri tarafından öldürüldü. Ardından o mahallede tüm Suriyelilerin evlerine, dükkanlarına saldırıldı. Her yer yağmalandı, yakıldı. Emirhan’ı orada yaşayan bütün Suriyeliler öldürmemişti. Bir genç ölmüş, Altındağ mahşer yerine dönmüşken, tüm bunlara sebep olan siyasi iktidar sessizdi ve sadece izledi. Bir göç etmiş kişi suç işledi diye tüm göçmenleri suçlu ilan etmek, büyük bir kesimi hedef göstermek yanlıştır. Mahalledeki ırkçı saldırılar kutuplaştırıcı dilin eseridir. Ölümlü durumların öfke uyandırması anlaşılır fakat yıllardır kadın cinayetlerini durdurma mücadelesi yürüten bizler önemli şeyler deneyimledik. Bir kadın göz göre göre öldürüldüğünde katilin tüm akrabalarına karşı “hepiniz aynısınız” diye tepki göstermedik. Şiddete başvurmadık, linç etmedik. Bunların doğru olmadığını biliyoruz. Bütünlüklü mücadeleyle ancak hepimizin eşit ve özgür yaşayabileceğini biliyoruz. Herkesin kendi topraklarında da başka topraklarda da eşit ve kardeşçe yaşaması için de bütünlüklü mücadele etmemiz şart.
Düşmanlık etmeden barışık yaşamamız mümkün:
Öfkemizi kardeş halklara değil, kar uğruna göçmenleri pazarlık unsuru yapanlara, başka topraklara girme arzusu olan emperyalistlere, ucuz iş gücü olarak sömüren patronlara, tüm bunları yürüten AKP’ye yöneltelim. Ekmeğini kazanmak zorunda olanla kaderimiz birdir. Ulusu ne olursa olsun yaşamak için çalışmak zorundadır.
Halkları kardeş yapan en güçlü bağ budur. Bunu hatırladıkça:
Aynı denizde yüzebilir, aynı iş yerinde çalışabilir, aynı mahallede yaşayabilir, hep beraber mücadele edebiliriz.